Lacancı Psikanaliz Serisi – 1-Bölüm
I. GİRİŞ: ÖZNELEŞMENİN ONTOLOJİK DÜĞÜMÜ
Jacques Lacan’ın psikanalitik sisteminde özne, varoluşun içinde kendiliğinden ve doğrudan ortaya çıkan bir bütünlük değildir. Özne, varlığına anlam kazandıran bir dil ve temsil sisteminin içine doğarak kurulur. Bu kurulumun kendisi, Lacan’ın ontolojik düzeyde yeniden yapılandırdığı Freudyen Oidipus Kompleksi’nin merkezinde yer alan Baba’nın Yasası ile mümkün olur. Baba’nın Yasası, yalnızca aile içi bir baba figürünü değil, insanın tüm kültürel, dilsel ve toplumsal evrenini organize eden simgesel yapının temel düğümünü temsil eder.
Lacan, öznenin doğrudan haz ve doyum ilişkileriyle kurulduğu düşüncesini reddeder. Bunun yerine, öznenin doğuştan itibaren dile ve kültüre, yani simgesel düzene eklemlenerek varoluş kazandığını öne sürer. Ancak bu eklemlenme süreci, bedensel ihtiyaç ve dürtülerle başlayan ilk arzusal bağlardan radikal bir kopuşu gerektirir. İşte Baba’nın Yasası, tam da bu kopuşu, ayrılığı ve sınırı tesis eden mekanizmadır.
II. ANNE-ÇOCUK İLK BİRLİKTELİĞİ VE ARZUNUN BAŞLANGICI
Bebek, varoluşunun ilk evresinde ihtiyaçlarının karşılanmasıyla anneyle simgesel anlamda ayrışmamış bir bütünlük yaşar. Bu evre, anneden sürekli bakım, doyum ve korunma beklentisiyle şekillenir. Anne bedeninin sunduğu sıcaklık, temas, beslenme ve ses gibi uyaranlar, çocuğun hem biyolojik varlığını hem de ilk ilişkisel örgütlenmesini belirler. Ancak bu birliktelik, öznenin kurulumu için sürdürülemez bir durumdur.
Lacan, bu aşamadaki ilişkiyi doğrudan bir haz ekonomisi üzerinden değil, henüz tam anlamıyla temsil edilemeyen bir arzu dolaşımı üzerinden kavrar. Bebek için anne, yalnızca ihtiyaçları karşılayan bir nesne değil; aynı zamanda özdeşleşme ve bütünlük kaynağı olarak işlev görür. Ancak bu bütünlük, dilsel temsil sisteminin oluşumu açısından imkânsız bir tamlıktır.
III. BABA’NIN YASASI: İLK YASAK VE AYRILIŞ
Anne-çocuk diyadının bu iç içe geçmiş yapısı, öznenin dile ve kültüre girebilmesi için kırılmak zorundadır. Baba’nın Yasası, işte bu kopuşu sağlayan ilk simgesel müdahaledir. Lacan’ın Freudyen mirası burada belirleyicidir. Freud’un Oidipus Kompleksi’nde babanın çocuğa yönelik yasaklayıcı işlevi, Lacan tarafından simgesel bir yapıya dönüştürülür.
Baba’nın Yasası, annenin tam nesne olmasını engeller; çocuk için arzunun mutlak nesnesi olan anneye yönelimi kesintiye uğratır. Bu yasak, çocuğun arzularının doğrudan tatminini imkânsızlaştırır ve böylece eksikliği kurar. Ancak bu eksiklik bir kayıp değil, tam aksine, öznenin arzusunun motorudur. Tam da arzu edilemeyenin varlığıyla özne, kendi arzusunu üretir ve temsil sisteminin içine eklemlenir.
Bu noktada Baba’nın Yasası yalnızca “yapma” veya “yapmama” anlamında bir yasa değildir; eksikliği kuran ontolojik sınırdır. Arzunun doğrudan tatmin edilemezliğini tesis eder ve böylece arzunun sürekli devinen yapısını başlatır.
IV. NOM-DU-PÈRE: YASA VE ANLAMIN İLK DÜĞÜMÜ
Lacan, bu yasa işlevini Fransızca’da homofonik bir oyunla adlandırır: Nom-du-Père. Bu ifade, hem “Babanın Adı” hem de “Babanın Hayırı (Non-du-Père)” anlamlarını taşır. Burada “ad” ile simgesel temsil ve dilin işleyişi; “hayır” ile yasa ve yasak kastedilir.
Babanın Adı, simgesel düzenin dilsel zincirini başlatır. Bebek, bu noktada yalnızca bedensel ve duyusal bir varlık olmaktan çıkar; anlamlandırma sistemine eklemlenir. Simgesel düzenle birlikte özne, kendini yalnızca “ben” olarak değil, başkalarının dilinde temsil edilen bir varlık olarak kurar. Babanın Adı, bu geçişin kilit noktasıdır.
Babanın Adı aynı zamanda toplumsal ve kültürel düzenin tüm normatif sistemlerini de temsil eder: yasa, ahlak, aile yapısı, sosyal otorite ve hukuk. Böylece birey yalnızca bireysel bir özne değil; kültürün ve toplumun içine yerleşen bir anlam taşıyıcısı haline gelir.
V. ARZUNUN YENİDEN YAPILANIŞI: EKSİKLİK VE DEVİNİM
Baba’nın Yasası’nın temel işlevi, arzu nesnesinin sabit bir doyum noktası olmasını engellemesidir. Anneye yönelen doğrudan birleşme arzusu, yasa tarafından yasaklanınca, arzu simgesel düzen içinde başka nesnelere ve hedeflere yönelir. Ancak bu yönelme hiçbir zaman tam doyum sağlamaz.
Arzunun her nesnesi, başka bir nesneye yer açar; böylece arzu sürekli ertelenen ve kayarak ilerleyen bir hareket kazanır. Bu hareket, Lacan’ın dilsel zincirdeki metonimik kayma kavramıyla açıklanır. Her gösteren, başka bir gösterene bağlanır; her anlam, başka anlamlarla ilişkisi içinde sürekli ertelenir. Arzunun nesnesi, daima ulaşılmaz bir boşluk etrafında devinir.
İşte bu boşluk, Lacan’ın sisteminde objet petit a kavramıyla ifade edilen eksik nesnedir. Öznenin arzusu hiçbir zaman kendi kökenine ulaşamaz çünkü köken dediğimiz şey, yasak sayesinde eksik bırakılmıştır.
VI. BABA’NIN YASASI VE ÖZNENİN ONTOLOJİK KURULUMU
Baba’nın Yasası’nın Lacan’daki asıl önemi, yalnızca arzu ekonomisini düzenlemesinde değil, bizzat öznenin ontolojik yapısını kurmasındadır.
Özne, Baba’nın Yasası sayesinde artık sadece haz peşinde koşan bir dürtü sistemi değildir. Dil, yasa ve kültürle donanmış; anlam zinciri içinde temsil edilen ve eksiklikle yapılandırılmış bir varlıktır. Öznenin kendiliği, tam olamamanın, sürekli ertelenmenin ve temsil zincirinde devinmenin sonucudur.
Baba’nın Yasası bu anlamda öznenin sabit bir kimlik kazanmasını değil, daima eksiklikle var olan ve anlam üretiminde devinen bir yapıya dönüşmesini sağlar.
VII. BABA’NIN YASASININ YOKLUĞU: PSİKOTİK ÇÖKÜŞ
Lacan’ın klinik yapısında Baba’nın Yasası’nın devreye girememesi, psikotik yapılanmaların temelinde yatar.
Eğer Nom-du-Père özne tarafından içselleştirilemezse, simgesel düzen tam olarak kurulamaz. Anne-çocuk diyadı çözülmez ve özne dilin anlam sistemine eklemlenemeden kalır. Bunun sonucunda gerçeklik sınırları çözülür, psikotik belirtiler (halüsinasyonlar, delüzyonlar, gerçekliğin çökmesi) ortaya çıkar.
Burada Baba’nın Yasası yalnızca toplumsal bir norm değil; öznenin varlık yapısını stabilize eden temel ontolojik dayanak noktasıdır.
VIII. SONUÇ: SİMGESEL DÜZENİN ONTOLOJİK EŞİĞİ
Lacan’da Baba’nın Yasası, özneleşmenin ve kültürel varoluşun ilk ve zorunlu koşuludur. Arzunun mutlak tatminini yasaklayarak eksikliği kurar, eksiklikle birlikte arzu devinimini başlatır ve özneyi dilin, kültürün ve anlamın içine yerleştirir