Evrim fikri, biyolojinin en güzel ve en devrimsel düşüncelerinden biri olarak tanımlanır. Bu fikir, doğanın işleyişini anlamamızda çığır açan iki temel soruya dayanır: Canlılar değişiyor mu? Ve eğer değişiyorlarsa, bu değişim hangi mekanizma aracılığıyla gerçekleşiyor? Bu sorulara verilen cevaplar yalnızca biyolojiyi değil, aynı zamanda insanın kendini ve dünyadaki yerini algılama biçimini köklü biçimde dönüştürmüştür.
Darwin Öncesi Evrim Düşüncesi
Canlıların değişebileceği fikri aslında oldukça eskidir. Aristoteles, doğadaki canlıları “scala naturae” adı verilen bir düzen içinde sıralamış ve canlı türlerinin farklı derecelerde mükemmelliğe sahip olduğunu düşünmüştür. Aristoteles için türler sabitti, ama doğayı gözlemleme biçimi sonraki evrim tartışmalarına ilham verdi.
- yüzyıla gelindiğinde, fosillerin doğada birer merak objesi değil, geçmiş yaşam formlarının kalıntıları olduğu anlaşıldı. Georges-Louis Leclerc, Comte de Buffon, türlerin zamanla değişebileceğini ileri sürdü. Erasmus Darwin, yani Charles Darwin’in dedesi, canlıların değişime uğrayabileceğini düşünenler arasındaydı. Ancak bu düşünceler henüz mekanizmasız ve spekülatifti.
Jean-Baptiste Lamarck, evrim fikrine sistemli bir açıklama getirmeye çalışan ilk düşünürlerden biri oldu. Ona göre canlılar çevreye uyum sağlamak için yeni özellikler kazanıyor, bu özellikleri sonraki nesillere aktarıyordu. Lamarck’ın “kazanılmış özelliklerin kalıtımı” teorisi, daha sonra yanlışlansa da evrim fikrinin gelişiminde önemli bir basamak oldu.
Darwin ve Wallace’ın Keşfi
- yüzyılın ortalarında Charles Darwin sahneye çıktı. HMS Beagle adlı küçük bir kraliyet donanma gemisiyle yaptığı beş yıllık yolculuk, onun düşünce dünyasında devrim yarattı. Güney Amerika kıyılarında, Galapagos Adaları’nda ve dünyanın farklı bölgelerinde yaptığı gözlemler, türlerin sabit olmadığını, çevreye uyumlu biçimde değişebileceğini gösteriyordu. Özellikle Galapagos ispinozlarının gagalarındaki çeşitlilik, türlerin çevresel koşullara uyum sağladığını düşündürdü.
Darwin bu fikirlerini uzun yıllar geliştirdi, notlar aldı, kanıtlar biriktirdi. Ancak aynı dönemde Alfred Russel Wallace da benzer bir sonuca ulaşmıştı. Wallace, Malay Takımadaları’nda yaptığı araştırmalarda doğal seçilim fikrine ulaşmış ve bunu Darwin’e yazdığı bir mektupta paylaşmıştı. İki bilim insanının fikirleri 1858’de ortak bir bildiri olarak sunuldu. Bir yıl sonra Darwin, ünlü kitabı Türlerin Kökeni’ni yayımlayarak evrim düşüncesini bilimsel bir devrim haline getirdi.
Doğal Seçilim Mekanizması
Darwin’in ortaya koyduğu mekanizma, canlıların nasıl değiştiğini açıklıyordu: doğal seçilim. Bu mekanizmanın işleyişi basit ama dahiyaneydi.
Her canlı kalıtsal materyale sahiptir. O dönemde genler bilinmiyordu ama Darwin, özelliklerin kuşaktan kuşağa aktarıldığını görüyordu. Eğer bu kalıtsal materyalde farklılıklar varsa –örneğin bazı bireyler daha hızlı büyüyor, bazıları daha çok yavru yapıyor–, bu farklılıklar yaşam mücadelesinde belirleyici olur. Avantajlı özellikler, sonraki nesillere daha sık aktarılır.
Bunu basit bir örnekle düşünelim:
- Kırmızı veya sarı kabuğu olan tek hücreli bir organizma hayal edin.
- Eğer kırmızı kabuklular avcılar tarafından kolayca yeniyorsa, sarı kabuk avantaj sağlar.
- Rastgele bir mutasyonla kabuğu sarıya dönen bireyler hayatta kalır.
- Zamanla sarı kabuklular popülasyonu ele geçirir.
Bu süreç, herhangi bir tasarımcıya ihtiyaç duymadan, çevreye daha uygun “tasarımlar” ortaya çıkarır. Darwin’in devrimsel buluşu tam da buydu: doğada amaçsız bir mekanizma, amaçlı görünümler yaratabilir.
Genetik ve Modern Evrimsel Sentez
Darwin kalıtsal materyalin varlığını biliyordu ama ayrıntılarını bilmiyordu. Aynı dönemde Gregor Mendel, bezelyeler üzerinde yaptığı deneylerle genetiğin temel yasalarını ortaya koymuştu. Ancak Mendel’in çalışmaları Darwin’in ömründe bilinmedi. 20. yüzyıl başında Mendel’in yasaları yeniden keşfedildiğinde, Darwin’in doğal seçilimiyle birleşti.
Bu birleşim “modern evrimsel sentez” adını aldı. Evrim yalnızca doğal seçilimden değil, aynı zamanda mutasyonlardan, genetik sürüklenmeden ve gen akışından da besleniyordu. Böylece evrim, genetik biliminin verileriyle sağlam temellere oturdu.
Modern örnekler bu mekanizmayı net biçimde gösterir:
- Antibiyotik direnci: Bakterilerde rastgele mutasyonlarla dirençli bireyler ortaya çıkar, antibiyotik baskısı altında bu bireyler çoğalır.
- Biberli kelebek: İngiltere’de sanayi devrimi sırasında ağaç kabukları karardığında, koyu renkli kelebekler avantajlı hale geldi.
- Köpeklerin evcilleştirilmesi: İnsanlar tarafından seçici yetiştirme yoluyla kurtlardan farklı köpek ırkları ortaya çıktı; bu yapay seçilim, doğal seçilimin insan eliyle hızlandırılmış versiyonudur.
Evrimin Sonuçları: Ortak Atalık
Evrim fikrinin en çarpıcı sonucu, tüm canlıların ortak bir atadan gelmesidir. Bu, gezegendeki her canlının akraba olduğu anlamına gelir.
Uganda yağmur ormanlarında bir gorille göz göze gelmek, bu akrabalığı somutlaştırır. Bir araştırmacının söylediği gibi, gorilin derin kahverengi gözlerine bakmak, 5–10 milyon yıl önce ayrılmış bir akrabayla karşılaşmak gibidir.
Benzer bir biçimde, bir insan geninin bir maya hücresine aktarılması ve maya hücresinin üremesini başarıyla kontrol etmesi, bu akrabalığın ne kadar derin olduğunu gösterir. İnsan ve maya 1,5 milyar yıl önce ayrılmış olsa da, temel genetik mekanizmalar korunmuştur.

Kaynak: https://commons.wikimedia.org/
wiki/File:Charles_Darwin_seated_crop.jpg
Evrim Fikrinin Felsefi Boyutları
Darwin’in doğal seçilimi yalnızca biyolojiyi değil, felsefeyi de sarstı. “Tasarımcı olmadan tasarım” fikri, Tanrı’nın dünyadaki rolü üzerine yapılan geleneksel düşünceleri sorgulattı.
Rastlantı ile zorunluluk arasındaki ilişki yeniden düşünüldü. Evrim, rastgele mutasyonlarla başlayan ama doğal seçilim yoluyla yönlendirilen bir süreçtir. Bu süreç, hem rastlantının hem de zorunluluğun birlikte işlediğini gösterir.
Ayrıca evrim, insanı doğanın merkezinden uzaklaştırdı. İnsan artık ayrıcalıklı bir yaratılışın sonucu değil, doğanın uzun bir evrimsel sürecinin parçasıydı. Bu da insanın kendini konumlandırma biçimini kökten değiştirdi.
Evrim ve Çevresel Sorumluluk
Eğer tüm canlılarla akraba isek, bu bize etik bir sorumluluk yükler. Hayvanlara, bitkilere, mantarlara ve tüm yaşam biçimlerine karşı özen göstermeliyiz. Çünkü onlar yalnızca doğanın unsurları değil, aynı zamanda biyolojik akrabalarımızdır.
Bu fikir, çevre etiği için güçlü bir temel sağlar. Doğaya özen göstermek yalnızca pragmatik bir zorunluluk değil, aynı zamanda akrabalığa dayalı bir yükümlülüktür.
Sonuç
Darwin’in doğal seçilim fikri, bilimin tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu fikir, canlıların değişimini, çeşitliliğini ve birbirine olan akrabalığını açıklamış; biyolojiyi bir bilim olarak olgunlaştırmıştır. Aynı zamanda felsefi ve etik sonuçlar doğurmuş, insanın doğadaki yerini yeniden tanımlamıştır.