Çin ve İslam Düşüncesinde Hukuk, Mistisizm ve İçkinlik Üzerine Karşılaştırmalı Bir Okuma
Bu metin, Oğuz Karayemiş’in YouTube’da yayımlanan “Felsefeye Giriş Seminerleri 2: Felsefi Coğrafya” başlıklı oturumunun konuşma çözümüne dayanmakta; oturumda ele alınan kavramlar, sadık kalınarak genişletilmiş ve yazılı makale formunda yeniden düzenlenmiştir.
Giriş: Figürler, Kavramlar ve Felsefi Haritalama
Bu metin, felsefi coğrafya bağlamında Doğu ve Orta Doğu düşünce sistemlerinin karşılaştırmalı bir okumasını sunar. Çin felsefeleri (Konfüçyüsçülük ve Taoizm) ile İslam düşüncesi (Kelam/Fıkıh ve Tasavvuf) ele alınarak, bu geleneklerin felsefenin kavramsal yaratımıyla nasıl ilişkilendiği tartışılır. Merkezî ayrım, düşüncenin hukuki/düzenleyici (Konfüçyüs, Kelam/Fıkıh) ve öznel/mistik (Laozi, Tasavvuf) kutupları etrafında örgütlenmesi; bu iki kutbun ise kimi noktalarda içkinlik düzlemine yaklaşarak felsefeye temas etmesidir. Konu, yalnız bir “din–felsefe” karşıtlığı değil; daha incelikli biçimde figür–kavram ayrımı üzerinden okunur: Dinsel/mistik düşünce çoğunlukla figürler ve mefhumlar ile çalışırken, felsefe kavram yaratır; yani düşünmenin birimini ve çalışma zeminini değiştirir.
Felsefe ve Bilgelik Arasında: Düşünmenin Birimi Değiştiğinde
Bilgelik (dinsel/mistik düşünce) ile felsefe arasındaki fark, içerikten çok işleyiş farkıdır. Bilgelik, peygamber, bilge, Tien (Gök), Tao, gibi figürler ve “dış gerçekliğe gönderme yapan” mefhumlarla düşünür; bu birimler toplumlarda ortak duyu (ethos), ritüeller ve hukuk aracılığıyla dolaşıma girer. Felsefe ise kavram icat eder: Platon’un İdea’sı, Descartes’ın cogito’su, Spinoza’nın “Tanrı ya da Doğa” (Deus sive Natura) formülü gibi içkin ve sorun-odaklı birimler. Bu yüzden felsefe, çağının ethos’una ve bilgeliğin figürlerine eleştirel mesafe alır; mesafenin yöntemi eleştiri ve sorunsallaştırmadır. Eleştiri yıkıcı bir uğraktır; fakat amaç yalnızca yıkmak değil, yeni kavramlar kurarak düşünmenin içkin zeminini (içkinlik düzlemi) inşa etmektir.
Dinsel Düşüncede İki Kutupluluk: Hukuki/Düzenleyici ve Öznel/Mistik
Hem Çin hem de İslam coğrafyalarında dinsel düşünce iki ana kutup etrafında salınır:
- Hukuki/Düzenleyici kutup: Aşkın bir birlikten (Tao, Allah) hukuk, ahlak ve kurumsal düzen türetir. Çin’de Konfüçyüsçülük; İslam’da Kelam ve Fıkıh bu damarı temsil eder. Figür, burada norm ve kuruma çevrilir.
- Öznel/Mistik kutup: Aşkın birliğe içsel deneyim, vecd ve sezgi ile yaklaşır; toplumsal düzenin aşırılıklarına veya katı rasyonalizasyonlarına mesafelenir. Çin’de Laozi’nin açtığı Taoist çizgi; İslam’da Tasavvuf bu hattı taşır. Figür, burada içkinleştirilerek incelir; imgeli ağırlığı azalır, kavramsal bir birlik fikrine yaklaşır.
Bu ikiliğin arası tarihte zaman zaman gerilimli, zaman zaman uzlaşmalıdır. Örneğin İslam tarihinde Bektaşilik ile yeniçeri ocağı arasında görülen simbiyoz; veya Çin’de Konfüçyüsçülük ile Taoist pratiklerin aynı kültürel alanda süregiden diyalogu bu karmaşık örüntüleri gösterir.
Çin Düşüncesi I: Konfüçyüsçülükte Gök (Tien) ve Düzen
Konfüçyüsçülük, Gök’e (Tien) dayalı bir ahlâk–siyaset dili kurar. “İsimlerin düzeltilmesi”, li (ritüel), ren (insanîlik), yi (doğruluk) gibi terimler aileden devlete uzanan bir erdemler mimarisi inşa eder. Burada figür (Gök/Tien) düzenin ilkesine dönüşür: Aşkın birlik, kurumsal hayatın ölçüsüne çevrilir. Böylece hukuk ve bürokrasi, göksel meşruiyetle desteklenmiş bir toplumsal uyum hedefler. Konfüçyüsçülük, figürleri normatif mekanizmalara dönüştürmede mahirdir; ama tam da bu maharet, zamanla donma riskini, yani normun kendisini amaç hâline getirme tehlikesini taşır.
Çin Düşüncesi II: Laozi’de Tao, Yin–Yang ve Wu Wei
Taoizm/Laozi, farklılaşmamış kökensel birlik olan Tao’ya döner. Tao, ne kişisel bir tanrıdır ne de salt doğa yasası; daha çok varlığın akışı ve uyumudur. “Yin–Yang” devinimi karşıtların verimli eş-oyununu; Wu Wei (eylemsiz-etkisiz bırakma) zorlamasız etkililiği anlatır. Laozi, ritüelin aşırı kurgusuna ve akılcılığın katı gövdesine mesafe alır; dünyayı zorlamadan etki etmenin inceliğini öğretir. Burada figür, bir “vadinin tanrıçası” betimine indirgenmeden, kişisel olmayan ilkeye doğru incelir: içkinleşme. Bu nedenle Taoizm felsefeye, özellikle içkinlik vurgusuna hızla yaklaşabilen bir damardır.
İslam Düşüncesi I: Kelam ve Fıkıh’ta İlahi Sözün Normatifleşmesi
Kelam ve Fıkıh, Kur’an’daki ilahi sözü inanç ve toplumsal hayatın normlarına çevirir. İman esasları, ibadet rejimi, muamelat ve ahlak bu ağda tanımlanır. Figür (Allah’ın buyruğu) burada hukuk ve kurum hâline gelir; ümmetin örgütlenmesi bu normatif çerçeveyle sürer. Bu damar, toplumsal düzenin istikrarını korur; fakat düzenin kendisini düşüncenin sonu gibi gördüğünde, içsel canlılığını yitirme riskini de taşır.
İslam Düşüncesi II: Tasavvuf’ta Vahdet, Vecd ve İçkinleşme
Tasavvuf, ilahi birliğe içsel tecrübe ve aşk ile yaklaşır: zikir, riyazet, sema, vecd. Uç örneklerde Hallâc-ı Mansûr’un “Enel-Hak” sözü veya İbn Arabî’de Vahdet-i Vücut (var olan her şeyin Bir’in tecellisi) aşkın birliğin içkin ilkeye dönüşmesini anlatır. Bu dönüşüm, figürün imgeli temsil olma yükünü bırakıp kavramsal birlik fikrine yaklaşması demektir; böylece Tasavvuf, felsefenin içkinlik zeminiyle geçişliliğe sahip olur.
İçkinlik Düzlemi: Sorunsallaştırmanın Kurduğu Zemin
İçkinlik düzlemi, düşünmenin hiçbir aşkın varsayımla başlamadığı zemindir. Felsefe, Tanrı/Devlet/Kültür gibi mefhumları veri almaz; onları sorunsallaştırır. Sorunsallaştırma sadece yıkıcı bir eleştiri değil, kurucu bir eylemdir: Figürlerin hangi sorunları nasıl çözdüğünü açık eder; çözümü aşkın bir kaynağa başvurmadan, iç koşullardan kurar. Laozi’de Tao’nun kişisel olmayan ilke oluşu veya İbn Arabî’de birliğin tecelli fikri, figürden kavrama geçişi kolaylaştıran eşiklerdir. Bu eşikler aşıldığında “Allah’ın buyruğu”nun yerini meşruiyetin içkin ölçütleri; “Tao’ya dönüş”ün yerini uyumlu eylemin ontolojisi alabilir.
Kierkegaard: İman, Saçmalık ve Bu Dünyaya Bağlılık
Kierkegaard, iman mefhumunu felsefi bir kavrama çeviren örnektir. İbrahim’in sınanışı anlatısında iman, öte dünyaya kaçış gerekçesi değil, bütün saçmalığına rağmen bu dünyaya bağlı kalma kudretidir. İman, aşkın bir figüre teslimiyet olmaktan çıkar; varoluşun kaygısı karşısında eyleyici bir karar hâline gelir. Kierkegaard’ın imanı, “bağlanma kudreti” olarak, öznel/mistik kutbun felsefeye dönüştüğü noktayı gösterir: figür (ilahi buyruk) → içkin kavram (varoluş kararı). Bu dönüşüm, dinsel mefhumun içeriğini içkin yaşamın sorununa bağlayarak yeniden tanımlar.
Spinoza: Deus sive Natura ve Vahdet-i Vücud’la Akılsal Akrabalık
Spinoza’nın “Tanrı ya da Doğa” formülü, tek bir özün sonsuz kipler hâlinde içkin olarak var olduğunu söyler. Bu, felsefi içkinliğin en berrak örneklerindendir. Tasavvuf’un vahdet vurgusu ile analojik bir yakınlık kurulur: var olan her şey Bir’in tecellisi. Yöntem farkı belirgindir: Spinoza geometrik-aksiyomatik bir düzen kurar, kavramı figürden arıtır; Tasavvuf ise iç deneyimin dilini kullanır, figürü içkinleştirerek dönüştürür. Yakınlık, içkin birlik fikrindedir; ayrım, yöntem ve ifade tarzında.
Hukuk ile Öznenin Tarihsel Diyaloğu: Gerilimler ve Uzlaşılar
Tarih boyunca hukuki ve mistik damarlar çatışmış, uzlaşmış, iç içe geçmiştir. Çin’de Konfüçyüsçülük imparatorluk bürokrasisinin erdem dili olurken, Taoizm kırsal ve münzevi çizgilerde derinleşmiştir. İslam dünyasında Kelam/Fıkıh devlet ve toplumu çerçevelerken, Tasavvuf yayılma ve iç dönüşüm kanalları açmıştır. Bektaşilik ile yeniçeri ocağı arasındaki tarihsel simbiyoz, öznel damar ile devlet arasında “yerel uzlaşı”nın tipik örneğidir. Fakat her uzlaşı bir iç gerilim taşır: Hukuk öznel taşkınlığı sınırlamak ister; öznel damar hukukun ruhunu diri tutmaya çağırır. Bu düğümde felsefe, kavram yaratımı sayesinde normun meşruiyet sorununu içerden yeniden kurar; vecdin buharlaştığı yerde ölçü ve ayırt etme kudreti sunar.
Figürden Kavrama Geçişin Mekaniği: Dört Adım
Geçiş, pratikte şu dört adımla açıklık kazanır:
(1) Teşhis: Figür hangi soruna yanıt veriyor? Düzen mi, birlik mi, kurtuluş mu?
(2) Ayrıştırma: Figürün öğeleri (buyruk, ritüel, aşk, vecd, örnek yaşam) nedir; nasıl çalışır?
(3) İçkinleştirme: Öğeleri aşkın kaynağa değil, iç koşullara bağlayarak açıklamak (örneğin meşruiyeti “kaynak”tan değil, adalet ve rıza koşullarından türetmek).
(4) Kavramlaştırma: İç dinamikleri ifade eden, figürsüz, sınanabilir bir kavramsal önerme kurmak.
Somutlaştırma: “Tao’ya dönüş” çağrısı, zorlamasız etki üreten uyumlu edim kavramına; “Allah’ın buyruğu” vurgusu, meşruiyetin içkin ortaklaşma, rıza ve adalet koşullarına bağlanan bir siyasal-etik kavramsallaştırmaya çevrilebilir. Böylece figür düşmanlığına düşmeden, figürü düşüncenin konusu, kavramı düşüncenin aracı yaparız.
İman ve Yaşam: Dinsel ve Felsefi Düzlemlerde İki Yol
Dinsel düzlemde iman, aşkın bir Birlik ilkesine veya figüre teslimiyet anlamı taşır. Hukuki damarda iman, ilahi sözün toplumsal hayata uygulanması olarak kurulur; öznel damarda ise dünyevi düzenler yabancılaştırıcı görülür ve kökensel Birliğe geri çekilme ideali öne çıkar. Ne var ki öznel çizginin uçlarında, aşkın Birlik içkinleşir: İbn Arabî’de Vahdet-i Vücut, yeryüzünde temaşa yoluyla Birliğin görünür oluşunu vurgular. Bu eğilim, Kierkegaard’da varoluşsal iman olarak felsefeye döner: İman artık öte dünyaya kaçış değil, “bu dünyanın saçmalığına rağmen” yaşama bağlılık ve karar yetisidir.
Kavramlar ve Figürler: Ayrımın Kriterleri
- Figür/Mefhum: Düşüncenin sahası dışında, gerçek (ya da gerçek sayılan) nesnelere göndermede bulunan soyut adlar; toplumsal dolaşıma ethos üzerinden girerler (Tanrı/Allah, Tien, melek, vb.).
- Kavram: Dış gerçeklikten doğrudan soyutlamayla alınamayan, soruna cevap olmak üzere icat edilen düşünme birimi; içkinlik düzleminin yapıtaşı.
Felsefenin a-theist tavrı, “Tanrı yok” iddiası değil, düşünmeye Tanrı’yı veri olarak koymama kararlılığıdır; aynı şekilde a-devlet ve a-kültür tutumu, devleti ve kültürü veri almak yerine içkin koşullardan yeniden kurma çabasıdır.
Güncellik: Bugünün Tartışmalarında İçkinlik ve Kavram
Günümüzde etik, siyaset ve ekoloji tartışmaları hâlâ figür–kavram ekseninde dönüyor. Bir yanda teknik-bürokratik norm üretimi (hukuki damar), öte yanda deneyim ve tanıklığın öznel çağrısı (mistik damar). İkisinin de tıkandığı yerde felsefe, sorunsallaştırmayla yeni kavramlar önerir: iklim adaleti, müşterekler, bakım etiği, kırılganlık, dayanıklılık gibi kavramlar, aşkın birliğin yerine geçmez; fakat ortak dünyayı kurarken işe yarayan içkin ilkeler sunar. Böylece farklı coğrafyalar arasında “çeviri” yapmak, figürleri kutsamak ya da reddetmek değil, onları kavramsal düzeye taşımak anlamına gelir.
Sonuç: İçkinlik Pusulası ve Düşünmenin Rotaları
“Felsefi coğrafya” yaklaşımı, Doğu ve Orta Doğu geleneklerini aynılık/farklılık ikiliğine hapsetmeden, düşünmenin içkin kuruculuğu açısından yeniden okur. Konfüçyüs’ün düzeni ile Laozi’nin akışı; Kelam/Fıkıh’ın normu ile Tasavvuf’un vecdi aynı haritada farklı kıvrımlarla ilerler. Figür hukuka döndüğünde donma, vecde döndüğünde buharlaşma riski taşır; arada, felsefenin kavram yaratımı için elverişli bir koridor açılır. Spinoza bu koridoru geometrik içkinlikle, Kierkegaard varoluşsal iman kavrayışıyla kat eder. Metnin önerdiği pusula, dört basit jestte yoğunlaşır: Figürü mesafeye al; sorunu aç; çözümü içkin kur; kavramı yarat. Bu dört hamle, coğrafyalar arası dolaşan bir düşünceye hem yön hem hız verir.
