Bu metin, Nami Başer’in “Freud ve Lacan Karşılaştırması” ekseninde paylaşılan içerikleri temel alarak, iki kurucu figürün hayatlarını, kavramlarını ve klinik/kültürel etkilerini karşılaştırmalı ve akıcı bir anlatımla bir araya getiriyor. Amaç, psikanalizi ne yalnızca tarihsel bir portreler galerisine indirgemek ne de soyut bir kavramlar ormanına çevirmek. Bunun yerine, Freud’un kurduğu zeminle Lacan’ın yeniden okuduğu yapının nerelerde kesiştiğini, nerelerde gerilim ürettiğini somut örneklerle göstermek. Metin boyunca özellikle şu düğümler izleniyor: psikanalizin tıbbi-organik açıklamaya mesafesi; kurumsal ayrışmalar (Anna Freud/IPA ile Lacan arasındaki gerilim); bilinçdışının dil gibi yapılanması tezi; İmajiner–Sembolik–Gerçek üçlemesi; babasal ad/yasa ve ensest yasağı; ayna evresi, arzu, transferans; “cinsel rapor yoktur” formülü; klinikte kısa seans ve kesme (scansion) tekniği; yapısalcılık/post-yapısalcılık tartışmaları; Jung, Adler, Klein ve Winnicott gibi komşu geleneklerle farklar; ve Türkçe çeviride sık düşülen tuzaklar.
Tarihsel konum: İki kurucu, iki çağ, ortak itiraz
Sigmund Freud (1856–1939) 19. yüzyıl sonu–20. yüzyıl başı Avrupa’sında nörolojiden psikanalize açılan patikayı döşedi; Jacques Lacan (1901–1981) ise, Freud’un ölümünden sonra, “Freud’a dönüş” çağrısıyla metinleri dilbilim, antropoloji ve mantıkla yeniden kurdu. İkisi de psikiyatri eğitimi aldı; ama ikisi de, ruhsal olguyu yalnız organik nedensellikle açıklayan yaklaşımı yetersiz buldu. Bu yüzden psikanaliz eğitiminin kalbine edebiyat, felsefe ve mantığı yerleştirmekte ısrar ettiler: çünkü psikanaliz, bir beden organının bozuk çalışması değil, dille kurulan bir öznenin düğümlenme biçimleridir.
Kurumsal ayrışma: Anna Freud, IPA ve Lacan’ın isyanı
Freud’un ölümünün ardından Anna Freud’un etkisiyle kurumsallaşan IPA (Uluslararası Psikanaliz Birliği); eğitim, seans süresi (klasik “50 dakika”), gözetim ve sertifikasyon gibi standartlar koydu. Bu çizgi, özellikle ABD’de gelişen Benlik Psikolojisiyle birleşerek “zayıf benliği güçlendirme” hedefini merkezine aldı. Lacan, bu modele kökten itiraz etti: benlik (ego) ona göre İmajiner alana aitti, yanıltıcıydı; psikanalizin hedefi bir “sağlam ego” üretmek değil, öznenin arzusunu ve bölünmüşlüğünü sahici biçimde işitmekti. Kurumsal çatışma büyüdü; Lacan, Fransa’da denetimler sonrası derneklerden dışlandı, Paris’te kendi okulunu kurdu, hatta 1980’de okulunu bizzat kapatarak “yeni bir dogmanın donmasına” engel olmak istedi. Bugün Lacan sonrası dünyada Fransa başta olmak üzere çok sayıda Lacancı okul bulunuyor; Türkiye’de de son on yılda bu çizgiyi izleyen yapılar ortaya çıktı.

Freud’dan Lacan’a, bilinçdışının “dil gibi” kuruluşu ve klinikteki yansımalarını karşılaştırmalı biçimde anlatır.
Kaynak: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Namibaser.jpg
Freud’un topografyaları ve klinik sezgi
Freud, erken dönemde bilinç/önbilinç/bilinçdışı ayrımını, 1920’ler itibarıyla ise id–ego–süperego topografyasını önerdi. Bilinçdışı onda yeni bir kıta gibiydi: rüyalar, dil sürçmeleri, espriler ve semptomlar dolaylı anlatımla (yer değiştirme, yoğunlaştırma) konuşuyordu. Tedavinin etkin kuvveti transferanstı: hasta/analizan, analisti başka kişilerle (çoğunlukla ebeveyn figürleriyle) yer değiştirerek konumlandırır; bu sahnede tekrarlanan ilişki biçimleri çalışmaya açılır. Freud’un üslubu pedagojikti: keşfettiğini anlatmak, vaka ve kavramı anlaşılır kılmak ister; rüya yorumunu retorik figürlerle (metafor–metonimi) açıklarken edebiyatın dilinden açıkça yararlanır.
Lacan’ın çekirdeği: “Bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır”
Lacan, Freud’u “kendi dilinde” yeniden okurken 20. yüzyıl dilbilimini psikanalize taşıdı. Saussure’den hareketle gösteren–gösterilen ayrımını benimsedi; anlamın sabit bir özde değil, gösterenler zincirinin farklarında üretildiğini vurguladı. Psikanalizde semptom, gösterenlerin düğümlenmesidir; çözüm, o düğümü konuşmada yeniden düğümleyerek (re-knöt) başka türlü bağlamaktır. Buradan gelen ünlü tez: “Bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır.” Bilinçdışı, nöronların ham fizyolojisi değil; Öteki’nin sözünde (anne-baba, yasa, inanç, kültür) biçimlenen bir ağdır. Bu nedenle tedavi konuşma ile olur; çünkü semptom da zaten konuşan bir yazıdır.
Lacan’ın üslubu ise Freud’unkinden bütünüyle farklıdır: yoğun, kesikli, üst üste binen bir söylem. Bilinçdışının “anlamsız görünen” yazımına biçimsel bir yansı ister; okurdan çalışmasını (décryptage) talep eder. James Joyce ve avangard yazı Lacan’ın bu seçiminde önemli bir dayanak noktasıdır.
Üç kayıt: İmajiner, Sembolik, Gerçek
Lacan özneyi üç düzlemde düşünür:
- İmajiner (Hayali): Ayna evresiyle somutlaşır; benlik, başkasının imgesiyle kurulur. Tamlık fantezisi aldatıcıdır; kıskançlık, haset, idealleştirme bu alanın örüntüleridir.
- Sembolik: Babanın adı / babanın “hayır”ı ile temsil edilen yasa alanı; ensest yasağı bu eşiği kurar. Dil, soybağı, akrabalık, akrabalık değiş tokuşu (Lévi-Strauss) bu kaydın iskeletini sağlar.
- Gerçek: Ne simgeleştirilmiş ne de imgeleştirilmiş olan; travmatik fazlalık, geri dönen “delik”. Öznenin bedensel düğümleri ve haz fazlası (jouissance) bu alana temas eder.
Klinikte bu üç kayıt borromean düğüm gibi birbirini tutar; bir bağ koptuğunda bütün yapı dağılım gösterebilir. Lacan’ın geç döneminde Gerçek’in ağırlığı artar; simgeleştirilemeyen fazlalık ve adlandırmanın (nomination) tedavideki rolü öne çıkar.
“Cinsel rapor yoktur”: ilişki değil, oran/rapor yokluğu
Lacan’ın sık yanlış çevrilen formülü “Cinsel ilişki yoktur” değildir; “cinsel rapor (rapport) yoktur”. Buradaki “rapor”, iki varlığın psişik-sembolik düzeyde tam ve ölçülü biçimde birbirine oranlanabilmesi demektir. Özne, yapısı gereği bölünmüştür (S̷): arzu her zaman bir eksiğin etrafında dolaşır; benliğin “bütünleşme” vaadi İmajiner bir yanılsamadır. Bu, sevgi ve bağ olmadığı anlamına gelmez; tam tersine, aşk, “sevdiğinde özne, karşısındakine onda olmayan şeyi verdiğini varsayar” türünden incelikli bir yanılsamayı da içerir. Klinik düzeyde, “rapor yokluğu”, arzu ve haz ekonomisinin yapısal asimetrisine işaret eder.
Klinik farklar: seans zamanı, kesme ve yapı ayrımları
Seans süresi. IPA’nın standart 50 dakikalık seansına karşılık Lacan, değişken/kısa seans uygular. Amaç, analizin ritmini kronometreye değil, gösterenlerin devinimine bağlamaktır. Kesme (scansion), tam da anlamın “yoğunlaştığı” yerde seansı keserek arzuya boşluk açma tekniğidir; bu, bir şok değil, ritmik bir noktalamadır.
Yapı ayrımları. Freud’da histeri–obsesyon–fobi ekseninde çalışan klinik, Lacan’da nöroz (histerik/obsesif), psikoz ve perversiyon olarak yapı terminolojisiyle keskinleşir. Psikozda temel sorun, Sembolik kaydın ana taşıyıcısı olan **Babanın Adı’nın dışlanması (forclusyon)**dır; bu yüzden transferans kurmak güçtür. Lacan, psikotik öznelere “nörotik gibi” davranmayı reddeder; her yapıya ona uygun çerçeve gerekir.
Antropoloji köprüsü: Totem–Tabu ve Lévi-Strauss
Freud’un Totem ve Tabu’su, Frazer’ın Altın Dal’ıyla beslenerek kardeşler-baba cinayeti mitosu üzerinden yasa ve kültürün kökenini tartıştı. Lacan, Lévi-Strauss’un akrabalık ve ensest yasağı analizini psikanalize taşıdı: doğadan kültüre geçiş, Sembolik eşik ile mümkündür. Babanın adı yalnız “kişisel” baba değildir; yasanın adı, ad verme gücü ve yer açma kapasitesidir. Ad verilen şey dünyaya yerleşir; adlandırılamayan Gerçek olarak sızar.
Edebiyat ve üslup: Freud’un açıklığı, Lacan’ın karanlık ışığı
Freud, klasik edebiyatla yetişmiş bir humanistti; Sophokles’i genç yaşta Almancaya çevirmiş, Goethe’ye hayranlığını saklamamıştı. Üslubu, öğretici ve vaka merkezlidir. Lacan ise 20. yüzyıl avangardıyla konuşur; Joyce’un “okunmak için değil, çalışılmak için yazma”sındaki jesti psikanalize taşır. Bu nedenle Lacan’ı okumak, yalnızca fikirleri almak değil, biçimiyle çalışmak anlamına gelir: çizelgeler, mathemler, topolojik figürler (Borromean düğüm, şişe, Klein şeridi) birer kavram aracı olur.
Yapısalcılıktan sonra: öznenin dönüşü ve Lacan’ın özgün konumu
Yapısalcılık, dili kapalı bir sistem olarak ele aldı; anlamı farkların ağı içinde kavradı. Ancak bir süre sonra göndergenin (dış dünyanın, tarihsel olgunun) ihmal edildiği eleştirisi doğdu; post-yapısalcılık yolları açıldı. Foucault, öznenin kayboluşunu ilan ederken son çalışmalarında öznenin etik kendilik kaygısına döndü. Lacan’ın konumu özgündür: yapısalcı araçları (gösteren zinciri, diferansiyel anlam) alır ama öznenin bölünmüşlüğünü merkezde tutar; “yapı belirler” basitleştirmesine sapmaz. Geç dönem söylemler teorisi (Üstad, Üniversite, Histerik, Analist söylemi) ve artı-haz (plus-de-jouir) gibi kavramlar, psikanalizi iktidar, bilgi ve haz akışlarını birlikte düşünmeye zorlar.
Diğer ekollerle ayrışmalar: Jung, Adler, Klein, Winnicott
Jung, kolektif bilinçdışı, arketipler ve kadim simgelerle psikanalizi başka bir kulvara taşıdı; Adler, aşağılık duygusu ve telafi dinamiklerini öne çıkardı. Freud’un doğrudan öğrencilerinden doğan bu iki damar, kısa sürede ana hatla ayrıştı. İngiliz okulunda Melanie Klein, erken dönemde çocuğun parçalı nesne ilişkileri ve kıskançlık-şükran diyalektiğini sahneledi; Winnicott, geçiş nesneleri, yeterince iyi anne ve oyun alanı ile teması ve yaratıcılığı merkeze aldı. Lacan, bu mirasla yoğun bir diyalog yürüttü, fakat Sembolik/İmajiner/Gerçek ayrımından vazgeçmedi: benliği sağlamlaştırma hedefi yerine arzuya kulak vermeyi, gösteren düğümlerini çözmeyi ve yapıya uygun çerçeveyi savundu.
Türkçe çeviri ve kavramsal tuzaklar
Psikanaliz Türkçesinde bazı terimler sıkça karışır:
- Signifiant / Gösteren: “Gösterge” değil; anlamı harekete geçiren ses-iz.
- Signifié / Gösterilen: Kastedilen anlam; öz değil, konum.
- Lang / Langage: Dilin kuralları ile öznel kullanım ayrımı; psikanalizde çoğu bağlamda langage uygundur.
- Rapport sexuel: “Cinsel ilişki” değil, cinsel rapor/oran; matematiksel “oran”ın imkânsızlığı.
- Jouissance: Sıradan “haz” değil; çoğu kez aşırı, bedeni zorlayan haz.
- Gerçek (Réel): Günlük “gerçeklik” değil; simgeleştirilemeyen fazlalık.
- Benlik–Özne: Ego ile özne (S̷) aynı şey değildir; özne yapısal olarak yarılmıştır.
Doğru çeviri yalnız terminolojik bir doğruluk değil; klinik yön duygusu sağlar. Terim sapması, dinleyenin/okurun sahneyi yanlış kurmasına yol açar.
Karşılaştırmalı özet: nerede buluşur, nerede ayrışırlar?
Buluşma: Her ikisi de organik indirgemeciliğe itiraz eder; edebiyat ve dili merkeze alır; rüya ve semptomu bir yazı olarak okur; transferansı tedavinin motoru sayar; ensest yasağı/yasa ile kültür eşiğini birlikte düşünür.
Ayrışma: Freud pedagojik, vaka-temelli bir dille kavram inşa eder; Lacan, dilbilim, antropoloji ve matematikten aldığı araçlarla yapıyı yeniden yazar. Freud’da ikinci topografya id–ego–süperego ile işler; Lacan, İmajiner–Sembolik–Gerçek üçlemesi ve gösteren zinciri ile özneyi dil içinde kurar. Klinik olarak Freud sonrası ego güçlendirme hattına karşı Lacan kısa seans, kesme, yapıya göre çerçeve gibi tekniklerle farklı bir yön tutar.
Son söz: Psikanalizi canlı tutan şey, soruyu nasıl kurduğumuzdur
Freud’un açtığı patikayı Lacan’ın yeniden kurması, psikanalizi dogmadan değil sorudan beslenen bir alan olarak ayakta tutuyor. Soruyu nasıl kurduğumuz, hangi terimi nasıl çevirdiğimiz, hangi klinik ayrımı hangi söylem koşulunda yaptığımız, yalnız düşünsel bir titizlik değil, doğrudan analizanların hayatıyla ilgili bir etik duyarlılık. Bu metnin önerisi basittir: Freud’suz Lacan eksik, Lacan’sız Freud yarım kalır. İkisi birlikte düşünüldüğünde psikanaliz, ne tıbbın dar organikçi şeridine sığar ne de soyut teorinin beyhudeliğine. Dil, arzu, yasa, haz ve öznenin bölünmüşlüğü üzerine düşünen ve konuşan bir pratik olarak canlı kalır.
