Giriş: “Amaç Olarak İnsan”dan Kamusal Mimariye
Kantçı ahlakın omurgası, insanın salt araç değil kendinde amaç oluşunu ilan eden ilkeyle kurulur. Bu ilke, bir kişinin niyeti (maksimi) evrenselleştiğinde başkalarının prensipte rıza gösterebileceği bir düzenek kurmayı emreder. Dolayısıyla Kant’ın ahlakı yalnızca bireyin içsel buyruklarına değil, aynı zamanda kamusal ilişkilerin mimarisine dairdir: söz verme, sözleşme, kurum, hukuk ve siyaset, “insanı yalnızca araç kılmama” buyruğunun sınavından geçer. Bu metin, söz konusu buyruğu üç eksende inceler: (1) rıza ve otonominin yapısı; (2) ikna–zorlama–manipülasyon ayrımı; (3) “Amaçlar Krallığı”nın kurumsal-siyasal izdüşümleri. Amaç, faydacılığa karşı Kantçı tutumun “sonuçlar” yerine ilke ve rızaya dayanan etiğini, çağdaş pratiklere (pazarlama, dijital arayüzler, bürokratik prosedürler) uzanan bir düşünme kılavuzu olarak göstermektir.
I. Otonomi ve Rıza: “Prensipte Rıza” Ne Demektir?
Kant’ın otonomi kavrayışı, ahlaki öznenin kendi kendine yasa koyma yetisini ifade eder: kişi, heteronomik itkilerden (çıkar, korku, beğeni) bağımsız olarak, aklın evrenselleştirilebilir ilkelerini kendi iradesine yasa kılar. Bu zeminde rıza iki düzeyde anlaşılmalıdır:
- Fiilî rıza: somut etkileşimde tarafların onayı (örneğin bir alışverişte sözleşme imzası).
- Prensipte rıza: eylemin dayandığı maksimin, etkilediği herkescil bakış açısından kabul edilebilir olması.
Kant’ın asıl turnusolü ikincisidir. Bir düzenek fiilen onay almış görünse bile (örneğin küçük puntolu, yönlendirici sözleşme maddeleriyle “onay” toplamak) tarafların prensipte onaylayamayacağı bir plan içeriyorsa, burada rıza değil, rızanın simülasyonu vardır. Dolayısıyla Kant, rızayı psikolojik bir duygu değil, aklî-kamusal meşruiyet testi olarak kavrar. Bir düzenek, etkilenen öznenin otonomisini tanımadan onu planın parçası yapıyorsa, kişi sadece araç kılınmıştır.
II. İkna, Zorlama ve Manipülasyon: Kantçı Ayrımın İnce Ayarı
Kant’tan hareketle üç ilişki kipini ayırt edebiliriz:
- İkna (Persuasion): Öznenin aklî değerlendirme gücüne hitap eden, bilgi ve gerekçe sunan, karar özerkliğini zedelemeyen ilişki. Maksim: “İnsanların yargı gücünü bilgilendirerek, kararlarını özgürce vermelerini sağlamak.” Bu maksime, etkileneni de kapsayan kamusal bir bakış açısından prensipte rıza verilebilir.
- Zorlama (Coercion): Tehdit/ceza veya doğrudan güçle seçeneği fiilen yok eden ilişki. Zorlama, otonomiyi askıya alır; maksimi evrenselleştirmek, herkesi birbirine şiddetle dayatan bir dünya tasarımına çıkar. Bu nedenle prensipte rıza üretmez. Hukukun meşru zor kullanma tekeli, tam burada Kantçı bir ince ayar gerektirir: cezalandırma, kişi kendinde amaç olduğu için, yalnızca öznenin rasyonel fail oluşunu tanıyan ve saygılayan bir genel yasaya (ve kusur ilkesine) bağlıysa meşrudur; aksi takdirde sırf araçsal caydırmaya indirgenir.
- Manipülasyon (Deception/Manipulation): Öznenin kararını özgür görünür kılarken, bilgi mimarisini eğip bükerek, saklayarak, çarpıtarak karar mekanizmasını dolaylı biçimde gasp etmek. Kandırma (deception) açık örnektir; fakat güncel biçimleri “karanlık desenler” (dark patterns), varsayılanları önyargılı kurmak, sahte kıtlık/geri sayım, nudge’ın aklî özerkliği baypas eden türleri olabilir. Manipülasyon, özneyi haberli kılmaksızın planın dişlisine dönüştürdüğü için “sadece araç kılma” yasağını ihlal eder.
Bu ayrım, Kantçı etiğin “niyet–maksim–rıza” sacayağını somutlaştırır: İkna, otonomiyi adresler; zorlama onu askıya alır; manipülasyon ise bypass eder.
III. Söz Verme, Güven ve Kurumsal Etik: “Sözün Ahlakı”
Kant için söz verme yalnızca bir alışkanlık değil, kamusal aklın temel kurucularındandır: Samimiyetsiz vaat, karşıdakini bilse asla rıza göstermeyeceği bir plana dahil eder; böylece kişi “sadece araç” kılınır. Bu argüman iki kurumsal ilkeye genişler:
- Şeffaflık ilkesi: Tarafın aklî değerlendirme yapabilmesi için yeterli ve doğru bilginin sağlanması gerekir. Şeffaflık, Kantçı anlamda bir “rıza altyapısı”dır.
- Yeniden çağrılabilir onam (revocable consent): Otonomi, bir kez verilmiş onamın ebedî rehin alınması değil, bilginin ve koşulların değişimine göre değerlendirmeyi yenileyebilme yetisidir. Kantçı bakış, rızayı “tarihsel bir akıl yürütme” kapasitesi olarak görür; sabitlenmiş formlar değil, yenilenebilir özerklik esastır.
Kurumsal güven bu iki ilke üzerinde yükselir. Bir şirket, kamu kurumu veya platform, kullanıcı/vatandaşın prensipte rıza gösterebileceği açık ilkelerle işliyorsa, güven rasyonel bir erdem olarak tesis edilir; aksi takdirde güven duygusu, sadece sonuca bakarak (faydacıl biçimde) “alışkanlıkla” üretildiğinden, ilk kriz dalgasında çöker.
IV. “Amaçlar Krallığı”: Kamusallığın Ahlaki Modeli
Kant’ın meşhur ideali “Amaçlar Krallığı” (Reich der Zwecke), tüm rasyonel öznelerin birbirini kendinde amaç saydığı ve hep birlikte yasa koyucu gibi düşündükleri bir düzeni imler. Burada herkes hem yasa koyucu hem yurttaştır; “bana uygun olan plan, herkes için de uygun mu?” sorusu ahlakın kamusal ölçütüdür. Bu çerçeve:
- Hukuku: pozitif normların meşruiyet testini;
- Siyaseti: kamu aklının “hep beraber düşünülebilir” ilkelerini;
- Ekonomiyi: sözleşmenin prensipte rıza’ya dayalı adil koşullarını;
- Teknolojiyi: tasarımın insanı yalnızca araç kılmayan mimarisini
aynı ilkesel çekirdeğe bağlar. “Amaçlar Krallığı” ütopya değil, kamusal aklın regülatif idealidir: Hazır bir şehir planı değil, plan yapmanın ahlaki yöntemi.
V. Dijital Tasarım ve “Karanlık Desenler”: Kantçı Bir Eleştiri
Güncel dijital pratikler Kant’ın sınavına hızlıca düşer: varsayılanları kullanıcı aleyhine kuran onay akışları; “tek tıkla kabul, on tıkla vazgeç” düzenekleri; sahte geri sayım; kullanıcıya eşdeğer seçenekler arasında şeffaflık sağlamayan menüler; “zorunlu olmayan ama zorunlu gibi sunulan” izinler… Bunlar, bilgi mimarisinin tarafsız bir tablo değil, karar süreçlerini eğen bir tasarım olduğu gerçeğini gösterir. Kantçı etik burada, “sonuçlar iyi olabilir” (ör. daha çok satış) gerekçesini kabul etmez; sorar:
Bu plan, etkilediği herkesin rasyonel fail oluşuna saygı duyuyor mu?
Eğer karar mekanizması bilerek asimetrik kurulmuşsa, failin otonomisi bypass edildiğinden, “yalnızca araç kılmama” ilkesi ihlal edilmiştir. Kantçı çözüm, tasarımların açık anlaşılır, geri alınabilir, seçenekleri simetrik hale getirecek biçimde ilkesel denetim altına alınmasıdır. Aksi halde “rıza”, yalnızca arayüzün ürettiği görünen onaya indirgenir.
VI. İkna Etiği: Akla Hitap Etmenin Normları
Kant açısından etik ikna, üç koşulu birlikte taşır:
- Gerçeklik: Olgusal doğruluk; yanıltıcı veri/grafik/ibet kullanmama.
- Yeterlilik: Kararın akıl yürütme gereksinimlerini karşılayacak ölçüde bilgi sunma (seçmeli gizlilik değil, akla yetecek açıklık).
- Özerklik: Mesaj mimarisinin, karar kapasitesini ikame etmemesi; korku/utanç/acele baskısı üretmemesi.
Bu normlar, pazarlama, siyaset iletişimi ve kamusal kampanyaların ilkesel denetimi için Kantçı bir çerçevedir. İyi niyetle “yarar sağlamak” gerekçesi, otonomiye saygı koşulunu ikame edemez.
VII. Hukuk ve Cezalandırma: Caydırma mı, Saygı mı?
Kant, cezanın meşruiyetini saygı ilkesine bağlar: Fail, rasyonel bir varlık olarak sorumludur; ceza, yalnızca bu sorumluluğun kamusal kabulü ise meşrudur. Sırf araçsal caydırma (başkaları korksun diye cezalandırma) kişiyi yalnızca araç kılar; aynı nedenle masum birini “genel huzur” için feda etmek de yasaktır. Böylece Kantçı sistem, hukuk politikasını fayda hesabı yerine failin otonomisine saygı ilkesine bağlar; cezalandırma kişiye hitap eden bir dildir, kitle mühendisliği değil.
VIII. Eksiksiz ve Eksik (Mükemmel/“Tam Olmayan”) Ödevler: Pozitif Yükümlülüklerin Ölçüsü
Kant’ın ödev tipolojisi, iki katman sağlar:
- Mükemmel (kusursuz) ödevler: Asla ihlal edilemez (yalan söylememe; masumu cezalandırmama; kişiyi yalnızca araç kılmama).
- Tam olmayan (eksik) ödevler: Pozitif yükümlülüklerdir (yardım etme, yetenek geliştirme) ama esneklik içerir; yerine getirilişi öznenin yaşam bağlamına göre takdir alanı bırakır.
Bu ayrım, Kantçı etiğin “her an en yüksek fayda” baskısına girmemesini sağlar: Ahlak, insanı sürekli kahramanlığa zorlamaz; fakat asla kırılmaması gereken sınırlar koyar. Kurumsal etik için sonuç: Yardım, kapsayıcılık, erişilebilirlik gibi pozitif hedefler teşvik edilir; ancak bunlar mükemmel ödevlerin ihlalinin telafisi olamaz (ör. manipülasyonu “iyi amaç”la meşrulaştırmak).
IX. Eleştiriler ve Kantçı Yanıt
“Aşırı katılık” itirazı (bazen yalanın zararı azaltabileceği hâller) Kant’a sıklıkla yöneltilir. Kant’ın cevabı, kamusal güven mimarisi perspektifinden gelir: Yalan bir “acil fayda” üretebilir; fakat kamusal aklın uzun erimli koşulu, doğruluk normunun ilkesel korunmasıdır. Bu norm aşındığında, güven sistemik biçimde çöker; rıza, dayanacağı epistemik zemini kaybeder.
“Sonuçlara körlük” itirazına karşı Kant, etiğin özünü “kimin pahasına?” sorusunda bulur: Bir planın net çıktısı iyi görünebilir; fakat o plan kimleri araç kıldı? Ahlak, bilanço değil, insan onuru tartısıdır.
Sonuç: Ahlak, Birlikte Yaşamanın Mimarisidir
Kantçı etik, bireysel niyeti arayan bir içe kapanış değil, birlikte yaşamanın mimari ilkeleridir: rıza, otonomi, şeffaflık, sözün ahlakı, hukukun saygısı, tasarımın tarafsızlığı. “Amaçlar Krallığı” bu mimarinin regülatif idealidir: Hep birlikte düşünebilir ilke, hep birlikte uygulanabilir plan ve her birimizi kendinde amaç sayan bir kamusallık.
İkna–zorlama–manipülasyon ayrımı, dijitalden hukuka, şirketten devlete kadar pratik muhasebe sağlar: Aklî değerlendirme kapasitesine hitap ediyor muyuz, yoksa onu askıya alıyor ya da baypas mı ediyoruz? Kant’ın yanıtı yalındır: İnsan onuruna saygı, asla bir araca indirgenemez. Bu ilke kırıldığında elde ettiğimiz her “kâr”, kaybettiğimiz kamusal aklın yanında, yalnızca kötü bir alışveriştir.
