Žižek’te Lacancı Kavramlar – 12. Yazı
Lacan’da Arzunun Nesnesi Olarak Nesne-a’nın Yapısal İşlevi
GİRİŞ: ARZUNUN NESNESİ Mİ, ARZUNUN OLUŞMA KOŞULU MU?
Modern düşüncede özne genellikle arzulayan bir fail, arzu ise ulaşılmak istenen bir hedef olarak kavranır. Bu modelde nesne, öznenin ulaşmaya çalıştığı şeydir: sevilen kişi, arzulanan beden, özlenen yer, elde edilmek istenen statü ya da nesne. Psikanalitik gelenek de başlangıçta bu yönelimi sürdürür: Freud için arzu, bastırılan bir içeriğin yeniden ortaya çıkışıyla ilgilidir; ve bu içerik genellikle belirli bir nesneyle ilişkilidir. Ancak Lacan, bu anlayışı radikal biçimde yapıbozuma uğratır.
Jacques Lacan için arzu nesnesi, sabit, tanımlı, ulaşılabilir ya da temsil edilebilir değildir. Daha doğrusu: arzu, bir nesneye yönelmekten çok, nesnenin yokluğu etrafında yapılanır. Bu nedenle Lacan, öznenin arzusunu hedef alan klasik nesne kavramının yetersizliğini fark ederek, onun yerine yepyeni bir kavram önerir:
objet petit a (nesne-a)
Bu “küçük a nesnesi”, doğrudan arzulanan bir nesne değil; arzuya yön veren, arzuyu organize eden, onun etrafında dolandığı ama hiçbir zaman tam olarak sahip olunamayan bir eksiklik işaretidir. Nesne-a, arzu nesnesi değildir. O, arzunun doğrudan yönelmediği ama onun etrafında dolandığı boşluğun simgesel temsilidir.
Bu yazıda, Lacan’ın objet petit a kavramını yapısal düzlemde açıklayacak, ardından Slavoj Žižek’in bu kavramı ideoloji, fantazma, kültür ve politika ekseninde nasıl yeniden yorumladığını inceleyeceğiz.
NESNE OLARAK NESNE-A: EKSİK OLANIN YERİNE KONAN FAZLALIK
Lacan, objet petit a kavramını arzu, fantezi ve eksiklik bağlamında tanımlar. Arzu, hiçbir zaman bir nesneye doğrudan yönelmez. Arzu her zaman dolayımlıdır: simgesel düzene, dile, yasanın işleyişine, toplumsal normlara göre şekillenir. Bu nedenle özne hiçbir zaman ne istediğini tam olarak bilemez. Ne istediği, ancak eksikliğin etrafında dönen fantezi yapıları aracılığıyla şekillenir.
Objet petit a işte bu eksikliğin simgesel yer tutucusudur. O, öznenin kaybettiği ama ne olduğunu bilmediği şeyi temsil eder. Lacan’ın çocukluk gelişimi üzerine kurduğu teoride bu kayıp genellikle anne ile olan ilksel bütünlük olarak tanımlanır. Çocuk, simgesel düzene (dile ve yasa’ya) girdiği anda, bu bütünlükten kopar. Ancak bu kopuş unutulmaz; bastırılır. Nesne-a, işte bu bastırılmış kaybın yerinde dolaşan bir artık, bir fazlalık, bir boşluk-tetikleyici olarak işlev görür.
Lacan bu yapıyı şöyle ifade eder:
“Objet petit a, arzunun nedensel nedenidir; hedefi değil.”
Bu formül, klasik arzu-neden-nesne ilişkisinin tersyüz edilmesidir. Nesne-a, özneyi harekete geçiren nedendir ama hedef değildir. Yani özne onu elde etmeye çalışır, ama o zaten hiçbir zaman tam olarak orada değildir. Bu nedenle objet petit a, hem “fazla”dır hem de “eksik”tir. Fazlalık, çünkü simgesel düzenin fazlası olarak geri döner. Eksiklik, çünkü gerçek bir içerik taşımaz.
Nesne-a ve Fantazma: Arzunun Sahnesini Organize Eden Boşluk
Lacan’a göre arzu hiçbir zaman doğrudan nesneye yönelmez; onun etrafında döner. Ancak bu dolanma, rastlantısal ya da kaotik değildir. Fantazma, öznenin arzusunu belirli bir sahne içinde yönlendiren kurgusal yapıdır. İşte nesne-a, bu sahnede arzunun etrafında döndüğü, ama asla tam olarak ele geçirilemeyen unsurdur.
Fantazma, özne ile objet petit a arasındaki ilişkiyi düzenleyen sahnedir. Bu sahnede özne genellikle kendisini ya arzu nesnesine yaklaşan, onu elde etmeye çalışan ya da onun yokluğundan muzdarip olan biri olarak konumlandırır. Ancak bu arzu nesnesi, gerçek bir içerik değildir. Çünkü nesne-a, öznenin kaybettiği varsayılan ama hiçbir zaman tam olarak ne olduğu bilinmeyen bir boşluğun izidir.
Lacan’ın bu yapıya dair formülü:
$ ◊ a
Burada $ bölünmüş özne, a ise nesne-a’dır. Bu formül, öznenin eksiklikle tanımlandığını ve bu eksikliği nesne-a üzerinden dolaylı olarak yapılandırdığını gösterir. Arzu, doğrudan tatmin edilemez; çünkü hedefi sabit bir nesne değil, eksikliğin kendisidir. Nesne-a, bu eksikliğin yerdeğeri (placeholder) işlevini görür.
Fantazmanın işlevi bu noktada önem kazanır. Fantazma, öznenin nesne-a’yı ulaşılabilir kıldığını düşündüğü bir sahne üretir. Ancak bu sahne hiçbir zaman gerçek değildir. Nesne-a, özne için her zaman az bulunur, eksik kalır ya da başkasının elindedir. Böylece arzu sürekli ertelenir, sürekli organize edilir ama hiçbir zaman tatmin olmaz. Bu yapı, Žižek’in “ideolojik fantezi” analizlerinin temel zeminidir.
Nesne-a, Jouissance ve İdeolojik Yapının Travmatik Noktası
Lacan’ın düşüncesinde objet petit a, yalnızca arzunun nedeni değil; aynı zamanda jouissanceın (haz-aşımı, yıkıcı haz) geri dönüş noktasıdır. Jouissance, simgesel düzenin sınırında, arzunun yasayla çatıştığı noktada ortaya çıkar. Bu noktada nesne-a, yalnızca arzunun nedenini değil; aynı zamanda hazza yönelik bir yoğunlaşma merkezini de temsil eder.
Özne, jouissance’ı doğrudan deneyimleyemez. Çünkü bu deneyim, simgesel düzenin sınırlarını ihlal eder. Ancak özne, nesne-a aracılığıyla bu deneyime yaklaşır, dolanır, sahneler üretir. Nesne-a bu anlamda, jouissance’ı temsil etmez ama onun boşluğunda yankılanır. Bu yapı, Slavoj Žižek’in ideoloji teorisinde radikal biçimde yeniden kurulur.
Žižek’te Nesne-a: İdeolojinin Görünmeyen Motoru
Slavoj Žižek, objet petit a kavramını ideolojinin işleyiş mekanizmasını anlamak için kullanır. Ona göre ideolojik sistemler yalnızca fikirler, normlar ya da semboller üretmez; aynı zamanda arzu üretirler. Ve bu arzunun etrafında döndüğü, asla ele geçirilemeyen ama sistemi hareket ettiren unsur, ideolojik nesne-adır.
Bu nesne çoğu zaman tanımlı değildir. Ama hissedilir. Bir “kaybedilmiş geçmiş”, bir “bozulmamış millet”, bir “öz değer”, bir “temiz kültür”, bir “tamlık duygusu”… Tüm bunlar ideolojik fantazmalar içinde nesne-a’nın yerini tutar. Žižek’e göre bu nesne, temsil edilemez. Ama her şey onun etrafında döner. Bu nedenle:
“İdeolojinin çalıştığı yer, temsilin boşa düştüğü noktadır.”
Özne, ideolojinin bu boş nesnesine ulaşmak için davranır, düşünür, eyleme geçer. Ama hiçbir zaman tatmin olmaz. Bu tatminsizlik, ideolojinin yeniden üretimini sağlar. Nesne-a, burada hem eksik olanı hem de sistemin sürekliliğini temsil eder. O, travmatik bir artık’tır: sistemin hem merkezidir hem de onun ifşa olamayan yeridir.
Kültürel Nesne-a’lar: İdeolojik Fetişler ve Arzunun Boşluğunda Üretilen Tutkular
Slavoj Žižek’in objet petit a kavramına getirdiği özgün yorum, bu yapının yalnızca psikanalitik değil, aynı zamanda kültürel, toplumsal ve politik düzeyde de işlediğini göstermesidir. Nesne-a, yalnızca bireysel arzuların etrafında döndüğü temsil edilemeyen çekirdek değil; aynı zamanda ideolojik kurguların, fantezisel anlatıların ve toplumsal hareketlerin merkezinde boş bir tutunma noktası olarak işler.
Bir ulus-devlet, geçmişte kaybettiği ama asla tam olarak tanımlayamadığı “öz” değerler etrafında bir arzu üretir. “Gerçek millet”, “kaybedilen ahlak”, “asil gelenek” gibi söylemler, tam olarak nesne-a’dır: içi dolu olmayan, ama herkesin hakkında konuştuğu, etrafında pozisyon aldığı, ama kimsenin ne olduğunu tam olarak tanımlayamadığı bir çekim merkezidir. Žižek, bu yapıyı “ideolojik fetiş” olarak tanımlar. O, eksik olanın yerine konan, ama gerçekte hiçbir şeyi doldurmayan bir semptomatik temsil nesnesidir.
Tüketim kültüründe de aynı yapı işler. Bir ürün —örneğin “etik kahve” ya da “doğal sabun”— sadece bir kullanım nesnesi değildir. O, özneyi tüketim eylemi içinde “ahlaki bir figür” olarak kuran, toplumsal sahnede kendisini iyi hissedebileceği bir pozisyon sunan arzu nesnesidir. Ancak bu nesne, özneyi doyurmaz. O, tatmin üretmez; tatminsizliği organize eder. Böylece tüketim kültürü, sürekli eksik kalan bir tatmin duygusu etrafında döner.
Žižek, bu yapının sürdürülebilirliğini, öznenin objet petit a etrafında dolanmasına bağlar. O, elde ettiğini sandığı şeyi, aslında elde edemez. Ama bu eksiklik, onu davranışa, tekrar etmeye, özdeşleşmeye iter. Böylece ideoloji, eksiklik etrafında inşa edilen sahte bir fazlalıkla çalışır.
Fanteziden Çıkmak: Nesne-a’yı Göstermek
Žižek’in etik çağrısı, nesne-a’yı elde etmeye çalışmak ya da onu daha doğru temsil etmeye çalışmak değildir. Tam tersine, bu yapının ne olduğunu değil, nasıl çalıştığını göstermek gerekir. Bu nedenle felsefi düşüncenin ve politik eleştirinin görevi, nesne-a’yı tanımlamak değil; onun etrafında kurulan sahneyi bozmak, yani fantazmayı teşhir etmektir.
Fantazma, nesne-a’nın etrafında kurulan sahnedir. Bu sahne yıkıldığında, özne boşlukla karşılaşır. Bu boşluk, travmatiktir. Ancak bu travma, Lacan’ın ve Žižek’in düşüncesinde özgürleştirici potansiyel taşır. Çünkü özne ilk kez arzusunun kimin tarafından üretildiğini, neye göre yönlendirildiğini ve hangi eksiklikle yapılandığını düşünmeye başlar.
Bu düşünce, yalnızca felsefi değil; etik bir eylemdir. Žižek’e göre özne, kendi fantezisine sadakatten vazgeçtiğinde, ilk kez kendi eksikliğini üstlenebilir. Nesne-a burada artık bir hedef değil; düşünsel bir göstergeç olur: düşüncenin başlayabildiği ama temsilin sona erdiği nokta.
Sonuç: Nesne-a ve Arzunun Boşluğuyla Düşünmek
Lacan’ın objet petit a kavramı, klasik psikanalitik nesne ilişkileri anlayışını temelden sarsan bir yapı sunar. Arzunun hedefi değildir o; arzuya neden olan ama hiçbir zaman sabitlenemeyen, temsil edilemeyen, yer tutulamayan bir fazlalıktır. Slavoj Žižek, bu kavramı ideolojik eleştirinin merkezine yerleştirerek, kültürel ve politik yapıların yalnızca düşüncelerle değil; arzularla, eksikliklerle ve fetişlerle işlediğini gösterir.
Nesne-a, eksikliğin fazlalığıdır. Onun peşinden koşmak, özneyi sahte tatminlere; onun varlığını teşhir etmek ise özneyi travmatik bir özgürleşmeye götürür. Žižek’in çağrısı, özneye bir şeyi arzulamasını değil; neden arzuladığını düşünmesini, o arzunun hangi sahneye göre kurgulandığını sorgulamasını söyler.
