Kateksis: Ruhsal Enerjinin Yatırımı
Freud’un yapısal kuramı, yalnızca zihinsel işleyişi açıklamakla kalmaz; aynı zamanda bu işleyişin enerjetik yönünü de göz önüne alır. Bu bağlamda “kateksis” kavramı, libidinal enerjinin belirli bir nesneye, düşünceye veya temsil sistemine yatırımını ifade eder. Kateksis, ruhsal ekonominin temel dinamiğidir: enerji bir yerlere yönelir, bağlanır, yüklenir ve zamanla çözülür. Freud için bu enerji sabit değil; hareketli, yön değiştiren ve transfer edilebilen bir akıştır. Ancak her zaman akışkan olmayan bu enerji, kimi durumlarda belirli bir noktaya sabitlenebilir ya da geri çekilebilir. Bu durumlarda ruhsal gelişim ya duraksar ya da geriye döner. Fiksasyon (saplanma) ve regresyon (gerileme) kavramları, bu sürecin iki temel ifadesidir.
Saplanma (Fiksasyon): Gelişimde Takılı Kalmak
Fiksasyon, bireyin gelişimsel bir evrede libidinal enerjisini aşırı biçimde yoğunlaştırması ve bu evreyi tam anlamıyla geçememesi durumudur. Freud’a göre insanın cinsel gelişimi belirli aşamalardan geçer: oral, anal, fallik, latent ve genital evreler. Bu evreler yalnızca biyolojik değil; aynı zamanda psikodinamik ve ilişkisel yapılardır. Eğer birey bu evrelerden birinde yoğun çatışmalar, doyumsuzluk ya da aşırı doyum yaşarsa, ruhsal enerjisi o evrede “takılır.” Bu takılma, bireyin daha ileri evrelere geçmesini zorlaştırır ya da ilerleyen dönemlerde o evrenin işleyiş biçimine geri dönmesine neden olur.
Saplanma, yalnızca çocuklukta kalmış bir durum değildir; erişkin yaşantıda tekrarlayan davranış kalıpları, kişilerarası ilişkilerde sabit rollere bürünme ya da yeni durumlara esnek cevap verememe biçiminde dışavurabilir. Freud bu durumu, gelişimsel hattın bir kesintisi değil; bir dolaşımın patolojisi olarak yorumlar. Ruhsal enerji takıldığı yerde dönmeye, bir tür tekrar zorunluluğu içinde yaşamı örgütlemeye başlar.
Saplanmanın Etkileri
Saplanmanın en görünür etkilerinden biri, bireyin hayatının farklı alanlarında tekrarlayan temalar, davranışlar ya da ilişki biçimleri geliştirmesidir. Örneğin oral evrede saplanmış bir birey, yaşamı boyunca sürekli almayı, bağımlılığı ve sözlü doyum arayışını merkezde tutabilir. Anal saplanma ise kontrol, düzen ve tutuculuk biçiminde kendini gösterebilir. Bu temalar yalnızca kişilik yapısı değil; ilişkisel örüntüler, çalışma biçimi ve hatta estetik tercihleri bile etkileyebilir.
Daha derin düzeyde ise saplanma, bireyin yaşamdaki değişimlere direnç göstermesine, yeni bağlanmalara kapalı olmasına ya da geçmiş olayları yeniden üretme eğilimine yol açar. Freud için nevrotik semptomlar bu türden saplanmaların dışavurumudur. Semptom, geçmişteki bir enerjik çatışmanın bugündeki maskelenmiş ve tekrarlanan izidir.
Gerileme (Regresyon): Kriz Anında Geçmişe Kaçış
Regresyon, bireyin içsel veya dışsal kriz durumlarında daha önceki gelişim evrelerine geri dönmesidir. Bu geri dönüş, yalnızca davranışsal değil; libidinal ve temsili düzeyde gerçekleşir. Ruhsal enerji, baş edemediği bir zorluk karşısında daha önce tanıdığı, daha az karmaşık ama daha güvenli bir evreye çekilir. Bu yönüyle regresyon, hem savunma hem de bir tür çöküş belirtisidir.
Freud, regresyonu rüyalarda, psikotik süreçlerde ve bazı nevroz türlerinde gözlemler. Rüyalar, bilinçdışı arzuların çocukluk düzlemine dönerek sahnelenmesidir. Terapötik bağlamda ise regresyon bazen yararlı olabilir: birey geçmiş çatışmalarla yeniden temas kurarak çözüm üretme şansı yakalayabilir. Ancak bu temas travmatik bir donmaya da yol açabilir. Bu nedenle regresyon, bağlama ve yönetime bağlı olarak hem iyileştirici hem de yıkıcı bir potansiyele sahiptir.
Saplanma ve Gerilemenin Dinamik İlişkisi
Her saplanma, potansiyel bir regresyonun temelini oluşturur. Saplandığı evrede enerji yoğunlaşmış olan birey, bir kriz anında doğrudan o evreye geriler. Bu ilişki, Freud’un psikanalizinde lineer değil; dairesel bir yapıya sahiptir. Gelişim bir çizgi değil; bir daire, bir döngü, kimi zaman da spiral biçiminde işler.
Bu nedenle ruhsal yaşam, geçmişin yalnızca geride bırakıldığı değil; sık sık geri dönüldüğü, tekrar edildiği ve bazen de yeniden yaşandığı bir alandır. Saplanma regresyonu hazırlar; regresyon ise saplanmayı pekiştirir. Terapötik süreç, bu döngüyü tanıma ve dönüştürme kapasitesiyle işlerlik kazanır.
Örnek: Don Juan ve Saplanmanın Temsili
Don Juan figürü, edebiyat ve tiyatro tarihinde sıkça karşılaşılan bir saplanma örneğidir. Bu karakterin kadınlara olan doyumsuz ilgisi, gerçek bağlanmalardan kaçışı ve tekrar eden baştan çıkarma döngüsü, saplanmanın dramatik bir temsili olarak okunabilir. Don Juan, fallik döneme saplanmış bir özne gibidir: arzusu nesneler arasında dolaşır ama hiçbirinde sabitlenemez. Her yeni ilişki, bir öncekini tekrar eden bir yapıdadır.
Bu figürün saplantılı yapısı, yüzeyde özgürlük gibi görünse de aslında derin bir kaçışı, sabitleşememe halini ve gelişimsel bir tıkanmayı temsil eder. Bu nedenle psikanalitik okuma, Don Juan’ın baştan çıkarıcı enerjisini bir fiksasyon semptomu olarak değerlendirebilir. Onun özgürlüğü, gerçek özneleşmenin inkârıdır.
Saplanmanın İlişkilerdeki Etkileri
Saplanma, yalnızca bireysel bir yapı değil; ilişkisel dinamiklerde tekrar eden rollerle de kendini gösterir. Sürekli benzer partnerlere yönelmek, aynı çatışma biçimlerini yeniden üretmek, ilişkilerde çocuksu tepkiler vermek ya da bakım beklentisine saplanmak bu dinamiğin göstergeleridir. Özellikle ilk bakım veren figürle yaşanan çatışmaların çözümlenememesi, ilişkilerde yeniden sahnelenen senaryolara yol açar.
Freud’a göre bu tür ilişkisel tekrarlar, aslında bireyin kendi geçmişine dönme arzusunun ifadesidir. Partner, bir tür “geçiş nesnesi”ne dönüşür. Bu durum, yalnızca romantik ilişkilerde değil; dostluk, ebeveynlik, iş ilişkileri gibi tüm sosyal alanlarda gözlemlenebilir.
Freud’a Göre Saplanmanın Klinik Önemi
Freud için saplanma, nevrozların kökeninde yer alan temel yapılardan biridir. Birçok semptom, geçmişteki bir doyum anına, bir çatışma düğümüne ya da çözülmemiş bir arzunun izine saplanmıştır. Bu nedenle terapi, yalnızca bugünü anlamak değil; geçmişin nerede ve nasıl donduğunu keşfetmektir.
Freud’un klinik pratiğinde saplanma, aktarım yoluyla da kendini gösterir. Hasta, terapisti geçmiş figürlerle özdeşleştirerek bu saplanmış temaları ilişkiye taşır. Bu süreç, hem tanı koymada hem de iyileşmede merkezî rol oynar. Terapist, geçmişin temsil edildiği bir yüzey hâline gelir. İşte bu noktada saplanma, yalnızca sorun değil; çalışma alanı, anlam üretim alanı hâline gelir.
Çağdaş Psikanalizde Saplanma ve Gerileme
Freud sonrası psikanalitik yaklaşımlar, saplanma ve gerileme kavramlarını daha ilişkisel ve kültürel bağlamlarla zenginleştirmiştir. Melanie Klein’ın paranoid-depresif pozisyonları, Winnicott’un yeterince iyi anne kavramı, Bion’un düşünce öncesi düşünceler kuramı bu alanı genişletmiştir. Özellikle nesne ilişkileri kuramı, saplanmayı bir nesneye bağlılığın patolojik biçimi olarak yorumlar. Aynı şekilde regresyon, yalnızca kriz anında ortaya çıkan bir savunma değil; öznenin iç dünyasındaki güvenlik arayışının bir ifadesi olarak ele alınır.
Çağdaş terapötik modellerde saplanma, geçmişin yeniden yazılması için bir fırsat olarak görülür. Regresyon ise bilinçli biçimde yönetildiğinde, terapötik temasa alan açabilir. Bu anlayış, Freud’un katı yapısından daha dinamik ve esnek bir müdahale olanağı sağlar.
Ruhsal Enerjinin Kimi Zaman Dolaştığı, Kimi Zaman Takıldığı Yolculuk
Freud’un ruhsal ekonomi modeli, libidinal enerjinin bir nehri andırdığını varsayar: bazen akar, bazen taşar, bazen de tıkanır. Saplanma ve gerileme, bu akışın sabitlendiği ya da geriye döndüğü anları temsil eder. Ancak her tıkanma bir felç değil; bir işarettir. Her geri dönüş bir kopuş değil; bir yeniden temas ihtimalidir.
Bu yolculukta önemli olan, enerjinin nerede durduğunu değil; nasıl dönüştürülebileceğini, hangi anlamlara bağlanabileceğini keşfetmektir.
Psikanalitik süreç, bu dönüşümün dilini ve yönünü araştırır. Saplanma ve regresyon, yalnızca psikopatoloji değil; ruhsal yapıların zaman içindeki direnci, kalıcılığı ve yeniden yapılanma kapasitesi hakkında da derin bilgiler sunar.