Giriş: Aklın Doğaya İndirgenemeyen Konumu
18. yüzyıl düşüncesi, insan aklının doğa içindeki yerini sorgulayan yoğun felsefi tartışmalara sahne oldu. Özellikle empirist gelenek ile rasyonalist gelenek arasında süregelen ayrım, bilgi ve anlamın kaynağını belirleme çabasıyla şekillendi. Emprimizler bilgiyi duyusal deneyimden türetirken, rasyonalistler insan zihninin doğuştan sahip olduğu ilkeleri vurguluyordu. Immanuel Kant, bu iki yaklaşımın sınırlılıklarını aşarak, hem duyusal deneyimi hem de aklın kendiliğindenlik yetisini birleştiren transandantal bir yöntem geliştirdi. Ancak Kant’ın yalnızca bilgi kuramında değil, kültür, ahlak ve tarih felsefesinde de dönüştürücü etkisi olmuştur. Onun en radikal önermelerinden biri, insan aklının yalnızca doğayı anlamak ya da yönlendirmek için değil, aynı zamanda kendi başına bir erekler alanı kurmak üzere var olduğu iddiasıdır.
Kant’a göre doğa, kendi içinde bir düzenlilik ve nedensellik yasasına göre işler. Bu düzenlilik, belirli hedeflere (erekler) yönelmiş gibi görünse de, aslında salt mekanik zorunlulukların sonucudur. Ne var ki insan, doğa yasalarına boyun eğen bir varlık olmanın ötesinde, ahlaki yasa koyma yetisine sahip bir özne olarak ortaya çıkar. Bu özne, yalnızca doğanın bir parçası değil; doğaya karşı etik, estetik ve kültürel anlamlar kuran bir özgürlük varlığıdır. Bu yazının temel iddiası da budur: Kant felsefesinde akıl, doğaya içkin ereklerle açıklanamayacak kadar yüksek bir değer taşır ve bu değer, kültürel, ahlaki ve tarihsel boyutlarıyla insan varoluşunun temelini oluşturur.
Kant, aklı yalnızca doğanın işlevsel bir aracı olarak değerlendiren yaklaşımlara karşı çıkar. Aklın değeri, onun kullanımıyla sınırlı değil, taşıdığı içkin ereksellikle ilişkilidir. Bu bağlamda ereklilik (teleoloji), yalnızca doğanın işleyiş biçimini değil, aynı zamanda aklın kendini anlamlandırma ve yön verme kapasitesini de içerir. Aklın erekleri, doğanın sınırları içerisinde tamamlanamaz; bu erekler, doğayı aşan mutlak değerler olarak kültürde, ahlakta ve tarihte somutlaşır.
İşte bu yazı, Kant’ın akıl anlayışının doğa ile nasıl radikal bir karşıtlık ilişkisine girdiğini ve bu karşıtlığın kültürel yapılarla nasıl bağlantılandığını incelemeyi amaçlıyor. Bu amaçla önce Kant’ta “erek” kavramının ne anlama geldiğini ortaya koyacak, ardından aklın doğaya indirgenemeyeceğini savunan üç temel argümana yer verilecek, nihayetinde ise bu ereksel yapının kültür, tarih ve ahlak gibi alanlarda nasıl işlediği gösterilecektir.
Kant’ta Erek Kavramı ve Aklın Durumu
Kant’ın felsefesi, yalnızca epistemolojik bir dönüşüm değil, aynı zamanda ereksel düşüncenin yeniden ele alınışıdır. Aydınlanma düşüncesi içinde ereklilik (teleoloji) çoğunlukla Tanrısal tasarıma veya doğal zorunluluğa bağlanırken, Kant bu kavramı hem doğa hem de akıl düzleminde yeniden tanımlar. Özellikle Kritik der Urteilskraft (Yargı Gücünün Eleştirisi) adlı eserinde ortaya koyduğu teleolojik yargılar sistemi, doğa ve özgürlük arasında kurulması gereken köprü için merkezi bir rol oynar.
Erek (Zweck) Nedir?
Kant’ın sisteminde “erek” (Zweck), bir nesnenin yalnızca bir başka şeyin aracı olması değil, kendi içinde bir anlam taşımasıdır. Kant, iki tür erek ayrımı yapar:
- Araçsal Erek (Zweckmäßigkeit als Mittel): Bir şeyin başka bir amacı gerçekleştirmek üzere kullanılması. Örneğin bir çekiç, çivi çakmak için vardır.
- Nihai Erek (Letzter Zweck / Zweck an sich): Bir şeyin kendi başına bir değer taşıması; başka hiçbir amaç için araç olmaması. Bu tür erekler yalnızca ahlak alanında bulunur.
Kant’a göre doğa, genel anlamda araçsal ereklere göre işler. Örneğin bir organın yapısı, canlılığın sürmesi için işlevseldir; burada doğada bir ereksellik sezilir. Fakat bu tür doğasal ereklilik, yalnızca fenomenal dünyanın düzenidir. Ahlaki erekler gibi mutlak değerler bu düzenin dışındadır.
İnsanın Doğa İçindeki Konumu
İnsan, doğanın bir parçası olarak organizma düzeyinde ereksel bir varlıktır: yaşar, beslenir, ürer. Ancak Kant’a göre insanı diğer varlıklardan ayıran asıl unsur, özerk ahlaki özne oluşudur. Bu özerklik, doğaya içkin bir yönelim değil, aklın kendi kendine koyduğu bir yasaya bağlılıkla ilgilidir. Kant’ın meşhur deyişiyle: “İnsan, yalnızca araç olarak değil, her zaman kendinde amaç (Zweck an sich selbst) olarak görülmelidir.”
Bu ifade, ahlak yasasının temelidir. İnsan aklı, yalnızca dışsal ereklere değil, içkin ve mutlak değerlere yönelir. İşte bu nedenle, Kant’ın sisteminde akıl, doğanın uzantısı değil, onun ötesine geçen bir ereklik düzlemi kurar.
Aklın İşlevi: Bilmek mi, Yasa Koymak mı?
Kant felsefesinde aklın işlevi iki yönlüdür:
- Kuramsal Akıl (Vernunft): Doğayı anlamaya, deneyimi kavramsal çerçevede düzenlemeye yarar. Fenomenler dünyasında geçerlidir.
- Pratik Akıl (praktische Vernunft): Ahlaki eylemde bulunmayı, özgürlük temelinde yasa koymayı sağlar. Numeneal dünyada geçerlidir.
Bu ayrım, Kant’ın “iki dünya öğretisi”nin temelini oluşturur. Fenomenal dünya (görüngüler) doğa yasalarıyla, numeneal dünya (kendinde şey) ise özgürlük yasasıyla yönetilir. Akıl, pratik boyutta kendine özgü bir ereklilik ilkesi taşır. Bu ilke, doğa tarafından gerçekleştirilemeyen mutlak bir “amaçlılık”tır.
Aklın Doğadan Ayrılığı: Otonomi İlkesi
Kant’ın ahlak öğretisinin dayandığı temel ilke, aklın otonom (kendi kendine yasa koyan) bir yeti olmasıdır. Bu otonomi, aklın doğadan ya da içgüdüden bağımsız hareket edebilmesini mümkün kılar. Kant’a göre ahlaki yasaya uymak, dışsal bir ödül ya da ceza beklentisinden değil, yalnızca o yasanın kendisine duyulan saygıdan kaynaklanmalıdır. Bu da ancak ereğini kendi içinde taşıyan bir aklın mümkün kılabileceği bir davranıştır.
O hâlde akıl, doğanın belirlenimlerinden bağımsız bir şekilde kendi ereklerini kurabilen bir varlık düzlemine işaret eder. Bu düzlem, insanın sadece biyolojik ya da toplumsal bir varlık olmasından öte, ahlaki bir özne olarak da ele alınmasını gerektirir.
Üç Temel Argüman: Aklın Ereksel Niteliğini Kanıtlama Girişimi
Kant, insan aklının doğaya hizmet eden salt bir araç olmadığını, kendi başına bir ereklilik ilkesine sahip olduğunu göstermek amacıyla üç temel düşünsel sav geliştirir. Bu argümanlar, özellikle İnsan Usunun Bir Tasarımı (Idee zu einer allgemeinen Geschichte in weltbürgerlicher Absicht) ve Yargı Gücünün Eleştirisi gibi metinlerinde açık biçimde izlenebilir. Her bir sav, aklın doğa tarafından belirlenemeyeceğini ve onun mutlak ereklere yönelen özgül bir varlık biçimi olduğunu gösterir.
Değer Argümanı: Aklın Hayvansal İşlevin Ötesindeki Konumu
Kant’ın ilk savı, aklın doğaya indirgenemez değerini gösterme amacı taşır. Şöyle sorar:
“Eğer akıl yalnızca doğanın ereklerini gerçekleştirmeye yarasaydı, onun neden basit bir hayvansallıktan daha yüksek bir değere sahip olduğunu nasıl açıklayabiliriz?”
Bu argüman, aklın doğasal ereklere hizmet ettiği ölçüde değil, bu erekleri aşan değerler kurabildiği ölçüde anlam taşıdığını savunur. Örneğin bir hayvan, içgüdüsel olarak yaşar ve türünün devamını sağlar. İnsan ise yaşamını sadece sürdürmekle yetinmez; onu anlamlandırmaya, yön vermeye ve normatif yapılar kurmaya yönelir. Bu durum, aklın yalnızca epistemolojik değil, aynı zamanda etik bir boyut taşıdığını gösterir.
Kant, aklın gerçek değerinin, yalnızca doğaya faydalı olmasıyla değil, kendi içinde bir amaç taşımasıyla belirlendiğini savunur. Bu, ahlak yasasına uymanın temelidir. Ahlak, yalnızca sonuçlara değil, niyete ve yasa ilkesine göre belirlenir. Bu nedenle insan aklı, hayvani güdülerin ötesine geçebildiği ölçüde anlam kazanır.
Saçmalık Argümanı: Doğanın Akla Bel Bağlaması Tutarsızdır
İkinci sav, doğa merkezli bir açıklamanın kendi içinde nasıl tutarsızlaştığını göstermeye yöneliktir:
“Eğer doğa, kendi hususi ereklerini akılla donatılmış bir varlıkta gerçekleştirmek isteseydi, bu varlıktaki akli olana bel bağlamakla hata etmiş olurdu.”
Buradaki düşünce oldukça keskindir: doğa, amacına ulaşmak için en etkin yolu tercih eder. Eğer bir canlının yaşamını sürdürmesi, içgüdüyle daha kolay sağlanabiliyorsa, doğa neden akıl gibi karmaşık ve kararsız bir yetiye ihtiyaç duysun? Aklın varlığı, doğanın amacıyla açıklanamaz; çünkü akıl çoğu zaman doğal hedeflere ulaşmakta yetersiz, karmaşık ve çelişkilidir.
Örneğin içgüdüyle hareket eden bir hayvan, tehlikeyi sezerek hemen kaçabilir. Oysa insan, akıl yoluyla sorgular, tereddüt eder, hatta yanlış kararlar verebilir. Eğer doğanın amacı yalnızca işlevsel başarı olsaydı, bu tür bir yeti doğaya hizmet etmek yerine onun etkinliğini azaltırdı. Demek ki akıl, doğanın bir aracı değil, doğanın dışına yönelen bir erekliliğin temsilcisidir.
Çatışma Argümanı: İnsandaki İkili Yapı
Üçüncü sav, insan doğasındaki çelişkili eğilimleri merkez alır:
“Eğer akıl yalnızca bir araç yetisi olsaydı, hem bir hayvan türü hem de ahlak sahibi bir tür olan insanda bulunan iki tipteki ereğin birbirine karşıt olabileceğini görmekte zorlanırdık.”
İnsan, bir yandan doğal dürtülere, arzulara ve içgüdülere sahiptir; diğer yandan ahlaki yükümlülükler, yasalar ve ideallerle yön bulur. Bu iki alan çoğu zaman çatışma içindedir. Kant’a göre bu çatışma, insanın doğadan bütünüyle kopmuş olmasından değil, doğa içinde ama ona indirgenemez bir özgürlük alanına sahip olmasından kaynaklanır.
Bu çatışmanın kendisi, aklın doğadan farklı bir ilkede işlediğini gösterir. Doğal arzularımız, hoşnutluk ve acı ilkesine göre yönlenirken, ahlaki akıl, öznel eğilimleri reddederek evrensel bir yasa ilkesine dayanır. İnsan bu iki alan arasında sıkışmış bir varlıktır; ancak bu sıkışmışlık, yalnızca bir çelişki değil, aynı zamanda özgürlük kapasitesinin işaretidir. Çünkü ancak özgür bir varlık, eğilimlerini bastırıp yasaya göre davranabilir.
Bu üç argüman Kant’ın şu iddiasını temellendirir: Akıl, doğaya içkin bir araç değil, kendi başına bir erek yapısı taşıyan mutlak bir yetidir. Bu ereklilik, ahlaki yasaların, kültürel üretimlerin ve tarihsel ilerlemenin temelidir.
Nihai Erek: Doğa Tarafından Gerçekleştirilemeyen Amaç
Kant’ın teleolojik düşüncesinde en önemli ayrım, doğanın içkin erekleri ile aklın koyduğu nihai erek arasındadır. Bu ayrım, yalnızca felsefi değil, aynı zamanda varoluşsal bir karakter taşır: İnsan yalnızca doğaya uygun yaşamakla değil, aklın koyduğu mutlak ereklere yönelmekle insan olur. Bu nedenle, Kant’ın felsefesinde insanın yaşamı, yalnızca doğal süreçlerin bir uzantısı değil; ahlaki, kültürel ve tarihsel bir yönelim olarak ele alınmalıdır. Bu bölümde Kant’ın “nihai erek” (letzter Zweck) kavramını açıklayacak ve onun doğadan niçin türetilemeyeceğini gerekçelendireceğiz.
Nihai Erek Nedir?
Kant’a göre doğada hiçbir şey rastlantısal değildir. Her canlı, yapısı ve işlevi bakımından belirli bir düzene sahiptir. Bu düzen, görünürde ereksel bir yapı taşır: bir organizmanın organları belirli görevleri yerine getirir, doğal işleyiş bir dengeye sahiptir. Ancak bu görünürdeki ereklilik, mekanik zorunluluklarla açıklanabilir; dolayısıyla doğadaki erekler yalnızca görece ereklerdir (relativen Zwecken).
Buna karşın “nihai erek” (der letzte Zweck), başka hiçbir şeyin amacı olmayan, kendi içinde amaç olan şeydir. Kant’a göre bu yalnızca ahlaki olarak özgür bir varlık, yani insan olabilir. Nihai erek, doğanın ulaşamayacağı bir hedefi temsil eder; bu hedef, doğanın araçlarını aşan, özgürlük temelli bir yapıdadır. Kant bunu şöyle ifade eder:
“Doğanın ereği, insanı oluşturmak değil, onun ahlak yasasına uygun biçimde kendi kendini gerçekleştirmesini mümkün kılmaktır.”
Dolayısıyla doğa, nihai ereği gerçekleştiremez; yalnızca onun koşullarını hazırlar. Nihai erek, aklın kendi kendine yön verdiği, kendi yasasını koyduğu bir alan olarak ancak pratik aklın sahasında ortaya çıkabilir.
Doğanın Yetersizliği
Kant’ın bu konudaki temel savı şudur: Doğa, belirlenimsel bir zorunluluk sistemidir; bu sistem içinde “özgürlük” mümkün değildir. Oysa nihai erek, ancak özgürlük temelinde düşünülebilir. Bu durum, doğayla özgürlük arasında bir boşluk yaratır. Kant bu boşluğu Yargı Gücünün Eleştirisi‘nde “kavramsal olarak doldurulamaz ama yargısal olarak köprülenebilir” diye açıklar.
Bu noktada doğanın işlevi sınırlıdır. Doğa, insanın biyolojik varlığını sürdürebileceği ortamı sağlar ama onun ahlaki ereğini gerçekleştirecek içeriği sunamaz. Ahlaki yasa doğada bulunmaz; aklın kendinden türetilir. Bu nedenle doğa, nihai ereği gerçekleştirme konusunda “yetersiz”dir. Kant bunu bir eksiklik olarak değil, bir olanak olarak görür: Doğanın yetersizliği, özgürlük için alan açar.
Nihai Erek Olarak İnsan
İnsan, Kant’a göre doğada var olan ama doğaya indirgenemeyen tek varlıktır. Bu, onun ahlaki özne olarak kendi yasasını koyabilme yetisinden gelir. Bu nedenle insan, hem doğanın bir parçası hem de onun ötesine geçen bir ereğin taşıyıcısıdır. Kant’ın meşhur “kendinde amaç” ilkesi burada bir kez daha belirir:
“İnsan ve genel olarak her akıl sahibi varlık, yalnızca araç olarak değil, aynı zamanda her zaman kendinde bir amaç olarak ele alınmalıdır.”
Bu ifade, Kant’ın ahlak öğretisinin temelidir ve aynı zamanda doğadaki hiçbir varlık için kullanılamaz. Çünkü yalnızca akla sahip bir varlık, evrensel ahlak yasasını anlayabilir, içselleştirebilir ve ona uygun davranabilir.
İnsan nihai erektir; çünkü o, başka hiçbir amaca araç olmadan kendi varlığını ahlaki biçimde yönlendirme kapasitesine sahiptir. Bu kapasite, doğanın işleyişinde karşılığı olmayan bir özgürlük düzeyidir. İşte bu özgürlük, kültürün, hukukun, estetiğin ve tarihin temelidir.
Nihai Erek ve Ahlak Yasası
Kant, nihai ereğin temellendirilmesini yalnızca metafizik bir ilkeye bağlamaz; onun en görünür yansımasını ahlak yasasında bulur. Saf Aklın Sınırları İçinde Din adlı eserinde bu ilişkiyi şöyle kurar:
“Ahlak yasası olmaksızın nihai erek boş bir soyutlamadır; nihai erek olmaksızın ise ahlak yasası yönsüz kalır.”
Bu cümlede, ereklilik ile etik arasında nasıl içkin bir bağ kurulduğu açıktır. Ahlak yasası, yalnızca belirli davranışların düzenlenmesi değil, aynı zamanda insan varoluşunun yönünü belirleyen nihai ereğin ifadesidir. Bu erek, doğada karşılığı olmayan, yalnızca akılda ve özgürlükte bulunan bir içkinliktir.
Kültür, Tarih ve Ahlak: Aklın Tarihselliği
Kant felsefesinde aklın yalnızca bireysel düzeyde işleyen bir yeti olmadığı, aynı zamanda kültürel ve tarihsel süreçleri şekillendiren kurucu bir ilke olduğu açıktır. Aklın ereksel yapısı, sadece soyut bir etik ilkeye değil; insanlığın tarihsel gelişimine, toplumsal kurumların oluşumuna ve kültürel evrenin inşasına içkin olarak işler. Bu bölümde Kant’ın kültür anlayışı, tarih felsefesi ve ahlak kuramı iç içe geçmiş biçimde ele alınacak ve nihai ereğin yalnızca bireyde değil, insanlığın kolektif tarihinde de işlediği gösterilecektir.
Kültür: Aklın Doğayı Aşma Çabası
Kültür, Kant’a göre doğanın sunduğu verili düzenin dönüştürülmesi sürecidir. Bu dönüşüm yalnızca teknik ya da estetik becerilerle değil, ahlaki ve ereksel bir bilinçle mümkündür. Kant’a göre kültür, insanın doğadaki “hamlığını” aşarak daha yetkin bir varoluşa yönelmesini ifade eder. “Aydınlanma nedir?” (Beantwortung der Frage: Was ist Aufklärung?) adlı metninde bu düşünce şu şekilde ifade bulur:
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmayış durumundan kurtulmasıdır. Bu kurtuluş, yalnızca aklın kamusal kullanımıyla mümkündür.”
Bu pasajda kültür, doğanın sınırlarını aşan bir özgürlük pratiği olarak tanımlanır. Kültür, yalnızca bilgi birikimi ya da sanatsal üretim değil, insan aklının kendini doğa yasalarının dışına yerleştirme ve özgürlük temelinde yeni bir dünya kurma çabasıdır. Dolayısıyla Kant’ta kültür, doğanın değil, aklın ereksel ürünüdür.
Tarih: Aklın Kolektif Gerçekleşme Süreci
Kant’ın tarih felsefesi, onun ereksel düşüncesinin en önemli uzantılarından biridir. “Tüm Dünya Tarihi İçin Kozmopolitik Bir Bakış Açısıyla Düşünceler” (Idee zu einer allgemeinen Geschichte in weltbürgerlicher Absicht) adlı eserinde Kant, insanlık tarihini yalnızca olayların kronolojik dizilimi olarak değil, aklın nihai ereğinin kolektif düzeyde gerçekleştiği bir süreç olarak okur.
Kant’a göre tarih, görünüşte çatışmalar, savaşlar ve anarşiyle doludur. Ancak bu görünüşün altında, özgürlüğe yönelen bir düzen saklıdır. Doğa, bireylerin kendi amaçları peşinde koşmalarına izin vererek, istemeseler bile sonunda insanlık türünün gelişimini sağlar. Bu süreç, “doğanın kurnazlığı” olarak nitelenir. İnsanlar özgür olmak isterken bencillikle hareket ederler, ama bu hareketler bir bütün olarak aklın ereğini gerçekleştirecek bir tarihsel gelişmeye yol açar.
Bu bağlamda tarih, doğanın sınırlarını zorlayan bir bilinçlenme sürecidir. Nihai erek, yalnızca bireysel değil, tarihsel bir olgudur: İnsanlık, zamanla ahlaki ve hukuki bir düzen kurma yönünde ilerler.
Ahlak: Aklın Kendi Kendini Yasaya Bağlaması
Kant felsefesinde ahlak, yalnızca eylemlerin doğru ya da yanlış oluşunu belirleyen kurallar bütünü değil; aklın kendi kendini yasa koyan bir varlık olarak kurma biçimidir. Bu anlamda ahlak, doğanın işleyişine tamamen yabancıdır. Doğada “iyi” ya da “kötü” yoktur; yalnızca neden-sonuç ilişkileri vardır. Oysa ahlak, bir niyetin evrensel bir yasa olabilme kapasitesine göre değerlendirilir.
Kant’ın kategorik imperatif olarak adlandırdığı ilke bu düşüncenin özüdür:
“Ancak, evrensel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksimlere göre davran.”
Bu ilke, doğaya değil, akla dayanır. Akıl, kendi ereğini yalnızca sonuçlara göre değil, yasaya saygı üzerinden kurar. Bu da onu yalnızca bireysel bir özne değil, aynı zamanda tüm akıl sahibi varlıkların mensubu olduğu ahlaki bir topluluğun (moralische Weltgemeinschaft) üyesi yapar.
Bu ahlaki topluluk, yalnızca soyut bir ideal değil, aynı zamanda kültür, hukuk ve eğitim yoluyla gerçekleştirilmeye çalışılan tarihsel bir görevdir. İnsanlık, Kant’a göre, kendi içinde yalnızca doğal değil, aynı zamanda ahlaki-tarihsel bir yön taşır. Bu yön, nihai ereğin zaman içindeki açılımıdır.

URL: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Kant_wohnhaus_2.jpg
Açıklama: Immanuel Kant’ın yaşadığı evin günümüzdeki hali. Görsel, filozofun yaşamıyla bağlantılı kültürel-mekânsal hafızaya dair önemli bir belge niteliğindedir.
Yükleyen: Benutzer:NorbertNagel
Kaynak: Wikimedia Commons
Lisans: Creative Commons Attribution-Share Alike 3.0 Unported (CC BY-SA 3.0)
Telif Bilgisi: Bu görseli ticari olmayan kullanımlarda kaynak ve lisans belirtilerek kullanmak serbesttir. Değişiklik yapılabilir; ancak aynı lisansla paylaşılmalıdır.
Sonuç: Kant’ın Kültür Felsefesinde Aklın Yüce Konumu
Kant’ın felsefesi, yalnızca bilgi kuramı ya da ahlak metafiziği değil; aynı zamanda insan aklının doğayla olan ilişkisini yeniden kurma çabasıdır. Bu çaba, aklı yalnızca doğayı anlamak ve düzenlemek için kullanılan bir araç olarak görmeyi reddeder. Aksine, akıl doğadan kaynaklanmayan, fakat doğayı dönüştüren, ona yön veren ve onu aşan bir ereklilik yapısı taşır. Kant’a göre bu yapı, bireyin yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda etik, kültürel ve tarihsel bir varlık olarak anlaşılmasının temelidir.
Yazı boyunca üç temel savı takip ettik:
- Değer argümanı, aklın yalnızca doğaya hizmet eden bir yeti değil, kendi içinde taşıdığı bir değer olduğunu gösterdi.
- Saçmalık argümanı, doğanın kendi amaçlarını gerçekleştirmek için aklı seçmesinin çelişkili olduğunu ortaya koydu.
- Çatışma argümanı, insanın hem doğal eğilimlere hem de ahlaki ilkelere sahip oluşunun, aklın bağımsız bir işleyişe sahip olduğunu kanıtladığını savundu.
Bu argümanlar, Kant’ın “nihai erek” kavramıyla birleşerek, insanı doğaya indirgenemeyen bir ahlaki özne olarak tanımlar. Nihai erek, doğa tarafından gerçekleştirilemeyen ama insanın özgür iradesiyle gerçekleştirilebilecek bir idealdir. Bu ideal, yalnızca bireysel etik yaşamın değil, kültürün, hukukun, estetiğin ve tarihin de temelini oluşturur.
Kültür, bu bağlamda doğanın değil, aklın ürünüdür. Doğa, insanı içgüdüleriyle yönlendirmeye çalışır; ama insan, aklı sayesinde kendine başka bir yön çizer. Bu yön, salt çıkar ve fayda hesaplarıyla belirlenen bir yaşam değil; özgürlük, ödev ve evrensel yasaya uygunlukla kurulan bir varoluştur. Kant’ın “aydınlanma”yı tanımlarken kullandığı “ergin olmaya cesaret” çağrısı, tam da bu yönelimin kültürel temelidir.
Tarih, bu kültürel gelişimin zamandaki açılımıdır. Kant’a göre insanlık, çatışmalar ve krizler içinde de olsa, aklın nihai ereğine –özgürlük, hukuk devleti, kozmopolitik birlik– doğru ilerlemektedir. Bu ilerleme çizgisel ya da garantili değildir; fakat ereksel yapı itibariyle yönelimi bellidir: insan türü, kendi doğallığını aşarak, özgürlüğe dayalı bir dünya kurmakla yükümlüdür.
Kant’ın kültür felsefesi, modern düşüncenin birçok alanında yankı bulmuştur. Hegel’de bu düşünce, Tin’in kendi bilincine varışı olarak sistemleştirilmiş; Habermas’ta kamusal akıl ve iletişimsel eylem olarak yeniden yorumlanmış; Foucault’da ise aklın iktidar yapılarına içkinleşmesi bağlamında eleştirilmiştir. Ne var ki tüm bu varyasyonlar, Kant’ın açtığı temel soruya bir yanıt arayışı olmaya devam eder: Akıl yalnızca açıklamak için mi vardır, yoksa kendini gerçekleştirmek için mi?
