Sanatçı Tanıtımı – Francisco de Goya: Işık ve Karanlık Arasında Bir Ressam
Francisco de Goya (1746–1828), hem İspanyol sanatının hem de Batı modernizminin eşiğinde duran, sınır figürlerinden biridir. Hayatı boyunca hem kraliyet ressamı olmuş hem de siyasi ve toplumsal karanlıkları görsel olarak teşhir etmiş bir sanatçıdır. Erken döneminde Rokoko ve Neoklasik etkiler taşıyan portreler ve dini kompozisyonlar üreten Goya, ilerleyen yıllarda yaşadığı politik çöküşler, hastalık, sağırlık ve savaş travması ile birlikte resmin sınırlarını hem biçim hem anlam düzeyinde paramparça etmiştir.
Goya’nın sanatı iki dünya arasında asılıdır: Aydınlanma aklının ideallerine inanan ama bu aklın içindeki karanlığı da gören bir bilinçle resim yapar. Fransız Devrimi, Engizisyon’un etkileri, Napolyon’un İspanya’yı işgali ve kralın baskıcı politikaları arasında kalan Goya, zamanla resminde hem insanın barbarlığına hem de kendi içindeki akıl kaybına tanıklık eden bir figüre dönüşür.
Onun en karanlık eserleri, ne bir alegorik masal ne de doğrudan bir eleştiridir. Aksine: aklın içinden çıkan dehşetin simgesel dışavurumlarıdır. Los Caprichos, Los Disparates, Desastres de la Guerra gibi grafik serilerinde bu bilinç açıkça görülürken, özellikle son dönem resimlerinde (özellikle Kara Resimler serisinde) artık figürler mitolojik ya da dinsel değil, psikotik ve kabusvârîdir.
İşte “The Devil’s Lamp”, bu geç dönem karanlığının estetik ve düşünsel DNA’sını taşıyan bir eserdir. Burada hem kilise hem akıl hem de şeytan motifi, ironik ama aynı zamanda dehşetli bir biçimde iç içe geçirilir. Goya bu tabloyla, sadece korkuyu değil, aydınlığın kendi içindeki şeytansı yanı da resmeder.
Sanatsal Dönem – Caprichos, Kara Resimler ve Aklın Deliliğe Evrimi
Francisco de Goya’nın The Devil’s Lamp tablosunu anlamak için, onun sanatsal evriminin dramatik kırılmalarını göz önünde bulundurmak gerekir. Goya, resim tarihinin en radikal dönüşümlerinden birini yaşamış bir figürdür. Klasik portre ustalığından, grotesk ve karanlık alegorilere; saray ressamlığından bilincin kabuslarını resmeden bir yalnızlığa uzanan bu yolculuk, bireysel trajediyle kolektif çöküşün iç içe geçtiği bir sanat tarihidir.
A. Los Caprichos (1797–1799): Aydınlanma’nın Maskesini Kaldırmak
Goya’nın bu gravür serisi, İspanyol toplumundaki cehaleti, hurafeyi, dinî yobazlığı ve ahlaki çöküntüyü simgesel groteskler aracılığıyla teşhir eder. 80 parçalık bu dizi, doğrudan “eleştirel” olmaktan çok, rüyamsı ve ironik bir dile sahiptir. Buradaki figürler maske takan insanlar, hayvan suratlı rahipler, büyücü kadınlar ve iblislerdir. Goya’nın ünlü gravürü Uykunun Yarattığı Canavarlar (El sueño de la razón produce monstruos) bu dizinin özüdür: akıl uyuduğunda, canavarlar uyanır.
Bu dönemde Goya’nın dili artık neoklasik ahlak değil, rasyonaliteyi içten yıkan bir bilinç biçimi olur. Delilik, sadece dışarıda değil; aklın içinde de filizlenmektedir. “The Devil’s Lamp” tam da bu bilincin görsel ifadesidir: bir rahip (ya da simgesel bir aydın) bir kandile uzanırken farkında olmadan şeytanın eline ışık sunar.
B. Kara Resimler (Pinturas Negras, 1819–1823): Bilincin Çöküşü
Goya’nın yaşlılık döneminde, Madrid yakınlarındaki evi Quinta del Sordo’nun duvarlarına yaptığı bu resimler, artık hiçbir “ahlaki anlatı” taşımaz. Bunlar resim değil; zihinsel karanlığın pigmentle dile gelmiş hâlidir. Satürn Oğlunu Yiyor, Körlerin Dövüşü, Okuyucu Rahip, Siyah Toplantılar gibi sahnelerde zaman durur, mekân belirsizleşir, figürler çürür. Artık insanlar yoktur; bozulmuş insan kalıntıları vardır.
“The Devil’s Lamp”, bu Kara Resimler estetiğiyle Caprichos’un simgeselliği arasında bir yerde durur:
- Hem tanınabilir figürler içerir (bir rahip, iblis, kandil),
- Hem de net bir anlatıya değil, tekinsiz bir atmosfer ve psişik gerilim üretimine dayanır.
C. Aklın İçindeki Şeytan: Goya’nın Delilik Alegorisi
Goya, modernliğin en büyük yalanlarından birini teşhir eder: aklın her zaman iyiye hizmet ettiği inancı.
Ona göre akıl, yalnızca gerçeği değil, korkuyu da büyütebilir. Kandil burada bilgi, aydınlık ve gerçekliği simgeler gibi görünür — ama bu ışık şeytanın eline verilmiştir. Yani aydınlanma, ışık olmaktan çıkıp görmeyi lanetleyen bir güç hâline gelir. Goya’nın bu bakışı, modern epistemolojiye karşı yöneltilmiş en erken sanatsal eleştirilerden biridir.
Eser Analizi – The Devil’s Lamp: Figürler, Işık, Jest, Arka Plan
Goya’nın The Devil’s Lamp (Şeytanın Lambası) adlı eseri, yüzeyde tek bir sahne gibi görünür: siyah giysili bir figür (muhtemelen bir rahip ya da bilgin), bir kandili dikkatlice bir yaratığın eline uzatmaktadır. Ancak bu sahne, tekil bir olay değil; psikolojik ve metafizik bir durumun yoğunlaştırılmış görüntüsüdür. Figür, bir jestle bilgi ya da ışık taşıyor gibi görünürken, sahne bütünüyle delilik, korku ve içsel çöküş duygusuyla çevrilmiştir.
A. Figür: Aklın Yorgun Elçisi
Tablonun merkezinde siyahlar giymiş, uzun cüppeli bir adam yer alır. Elinde tuttuğu kandili uzatırken yüzü dehşetle açılmış, ağzı yarı kapalı, gözleri endişeyle genişlemiş bir hâldedir. Sol eliyle ağzını tutar, bu jest hem konuşmaktan korkma, hem de şahit olduğu şeyi bastırma anlamına gelir. Goya burada bedensel bir gerilim yaratır: adam bir eylem gerçekleştiriyor ama bedeni onu durdurmaya çalışıyor.
Bu da figürü yalnızca bir aktör değil, aynı zamanda kendi eylemine tanıklık eden bir özne hâline getirir. Korku figürün içinde değil; kendi hareketinde gizlidir.
Figürün kıyafeti bir din adamını, bilim insanını veya bir “aydınlanmış”ı çağrıştırır. Ancak yüz ifadesi, bu aydınlığın artık korkuya dönüştüğünü, bilginin taşıyıcısının bilgisizliğe yakalandığını gösterir.
B. Şeytan ve Yaratıklar: Karikatür mü, Kabus mu?
Kandilin verildiği figür, boynuzlu, çarpık yüzlü, neredeyse karikatürize bir şeytandır. Ancak bu karikatürlük, mizah değil; tekinsizlik yaratır. Şeytanın yüzü ne sevinçlidir ne de kızgın; sadece aldatıcı bir boşluk taşır. Kandili almaya hazırdır — ama bir teşekkür ya da niyet belirtmez. Çünkü bu yaratıklar yalnızca alır; içeriğini çarpıtır.
Arka planda ise silik ama ürkütücü figürler vardır: birden fazla eşek suratlı yaratık, dans eder gibi adamın etrafını çevrelemiştir. Bu hayvan yüzleri, Goya’nın Caprichos’ta sıkça kullandığı cehaletin, aptallığın, kör inancın simgesidir. Eşek burada yalnızca hayvan değil; düşüncesizliğin figürüdür. Ve bu figürlerin dans ediyor gibi görünmesi, sahnenin akıl dışı, grotesk bir karnaval havası taşımasına neden olur.
C. Işık ve Gölge: Gerçeğin Parodisi
Kandilden çıkan ışık, sahnedeki tek gerçek ışık kaynağıdır. Ancak bu ışık, figürleri aydınlatmaz; yalnızca belirsizliklerini daha da belirginleştirir. Figürün yüzü bu ışıkla aydınlanır, ama bu aydınlık bir anlayış değil; dehşet ifadesi üretir. Şeytanın elleri de bu ışıkla parıldar — ama o ışık, ısı değil; soğuk bir bilgi gibidir.
Goya burada ışığı aydınlanmanın değil; deliliğin içinden çıkan bir gösterge hâline getirir. Kandil yalnızca nesne değildir; anlamın çarpıtıldığı bir araçtır.
D. Zemin ve Parçalanmış Yazıt
Tablonun sağ alt köşesinde kırık bir taş bloğu görünür. Üzerinde, parçalanmış şekilde “LA… DES…” yazısı seçilir. Bu yazı büyük olasılıkla “La Luz de la Razón” (Aklın Işığı) ya da “La Ley de Dios” (Tanrı’nın Yasası) gibi bir ifadenin parçalanmış hâlidir. Goya burada yazının bütünlüğünü bozar; çünkü artık hiçbir yasa, hiçbir bilgi sistemi tam değildir.
Bu kırık taş, düşüncenin metaforik temelinin çöküşüdür.

Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/The_Bewitched_Man
İkonolojik Yorum – Aydınlanmanın İçi Boş Işığı ve Bilgeliğin Şeytana Dönüşü
Goya’nın The Devil’s Lamp tablosu, Panofsky’nin ikonolojik yöntemiyle çözümlendiğinde yalnızca karanlık bir sahne ya da grotesk bir kabus değil, aynı zamanda modern düşüncenin kendi çöküşüne tanıklık eden bir imgedir. Bu tabloyu yalnızca “şeytan”ın betimi olarak değil, aydınlanma ideolojisinin karanlıkta yandığı, kendi kendini yuttuğu bir figür olarak okumak gerekir.
A. Aydınlanma Eleştirisi: Işığın Yitirdiği Anlam
Kandil, tarih boyunca bilginin, aklın, hakikatin simgesi olmuştur. Antik çağda Prometheus’un ateşi, Orta Çağ’da Augustinus’un iç ışığı, Aydınlanma’da ise aklın evrensel meşalesi bu motifi sürdürür. Goya ise bu sembolü tersine çevirir: kandil yanar, ama artık şeytanın elindedir.
Bu tablo, ışığın varlığını değil; ışığın artık neye hizmet ettiğini sorgular. Figür korkuyla kandili verirken, şeytan onu bir hakikat aracı olarak değil; bir tahakküm aracı olarak almaktadır. Böylece Goya’nın eleştirisi çok nettir:
Akıl, insanı özgürleştirmediğinde; yalnızca daha rafine bir baskı üretir.
B. Şeytanın Biçimi: Korkunun Karikatürleşmesi
Tablodaki şeytan figürü abartılı, grotesk ve neredeyse komik biçimdedir. Ama bu komiklik, gülünçlük değil; tekinsizliğin bir ifadesidir. Freud’un Unheimlich kavramıyla açıklayabileceğimiz bu durum, tanıdık olanın içindeki tehditten doğar. Goya’nın şeytanı tanıdıktır — çünkü o biziz.
İnsan kendi bilgisini, kendi teknolojisini, kendi aklını korkuya dönüştürdüğünde, şeytan dışarıdan gelmez. İçeriden doğar. Ve artık şekilsizdir.
Bu durumda şeytan, doğaüstü değil; doğanın içindeki çarpılmadır. Onun karikatür yüzü, ciddiyetin yitirildiği yerde ortaya çıkar.
C. Rahip Figürü: İnanç mı, Bilgi mi?
Siyah giysili adam — ister bir din adamı ister bir bilim insanı olarak yorumlansın — aydınlıkla karanlık arasında sıkışmıştır. Elindeki kandil ışık taşır ama bu ışık, ne yolu aydınlatır ne de hakikat getirir. Onun yüzündeki korku, dışarıdan gelen bir tehdide değil; kendi eylemine yöneliktir.
Bu öz-şahitlik, Goya’nın modernlik anlayışının tam merkezinde yer alır:
İnsan yalnızca kurban değil; kendi yarattığı sistemin içindeki suç ortağıdır.
Bu yorumla birlikte figürün jesti bir “ışık verme” değil; feda etme, teslim olma hâline dönüşür. Ve kandil, bilgi değil; görmenin laneti olur.
D. Işık ve Lanet: Görmenin Sınırı
Tablonun en karanlık ironilerinden biri şudur: sahneyi aydınlatan şey, kandildir. Ama bu aydınlık, hakikat değil; dehşetin görünürlüğüdür. Işık artık bilgi değil, görülecek korkunun maddesidir. Goya burada görselliği tersyüz eder: Görünen, görünmekle kalmaz — delirtir.
Sonuç – Goya’da Görmenin Laneti ve Bilginin Kabusu
Francisco de Goya’nın The Devil’s Lamp adlı eseri, bir sahne değil; bir zihinsel felaket anıdır. Bu felaket, dışsal değil; içseldir. Figürler birbirine saldırmaz, bağırmaz, kaçmaz. Ama hepsi — özellikle merkezdeki adam — kendi elleriyle bir kötülüğü beslemektedir. Ve bu kötülük, alışıldık karanlık imgelerinde değil; ışığın bizzat kendisinde gizlidir.
Goya burada yalnızca kiliseyi, hurafeyi ya da cehaleti değil; aydınlanmanın kendi içindeki gölgesini teşhir eder. Kandil, aklın ışığıdır. Ancak bu ışık, artık yalnızca şeytanın yolunu aydınlatırsa; o zaman bilgi bir kurtuluş değil, bir lanet biçimine dönüşür.
Tablonun figürü bu durumu bilir, ama engel olamaz. Yüzündeki ifade, pişmanlık değil; gecikmiş bir fark edişin dehşetidir.
Goya’nın bu resminde şeytan, başkası değil; bizim görmeye çalıştığımız hakikatin kendi içinden çıkan kabustur. Kandil, artık aydınlatmaz — açığa çıkarır. Ve açığa çıkan şey, karanlık değil; aydınlığın içindeki boşluktur.
Bu nedenle The Devil’s Lamp, bir din eleştirisi ya da mitolojik grotesk değil; modern insanın epistemolojik trajedisidir.
Bilmek isteriz.
Ama bazen — bilmek görmektir.
Ve Goya, o görülmemesi gereken şeyi gösterir.