Felsefenin Temel Kavramları Serisi | Bölüm 12
“Bir şeyin var olması ne anlama gelir?”
“Hiçlik mümkün müdür?”
“Varlık tek midir, çok mu?”
Bu sorular, felsefenin başlangıcından beri temel meseleleri arasında yer alır. Varlık, neredeyse her felsefi düşüncenin altında yatan ama çoğu zaman sessizce kabul edilen bir kavramdır. Ancak bu kavramın kendisi de sorgulanmaya, tanımlanmaya ve yeniden kurulmaya muhtaçtır.
Ontolojinin kökenlerinden modern felsefeye, Heidegger’in yeniden ele aldığı “varlık sorusu”ndan çağdaş metafizik tartışmalara kadar, “olmak”ın anlamını anlamaya çalışacağız.
Ontoloji Nedir?
Felsefede “varlık” üzerine düşünmeye ontoloji denir.
Kelime, Yunanca ontos (var olan) ve logos (söz, akıl, kuram) sözcüklerinden gelir. Ontoloji, “var olan nedir?”, “var olmak ne demektir?” ve “hangi türde varlıklar vardır?” gibi sorularla ilgilenir.
Metafiziğin bir alt disiplini olarak görülen ontoloji, felsefenin en temel alanlarından biridir. Bazı filozoflara göre, tüm felsefe eninde sonunda ontolojidir; çünkü düşüncenin konusu her zaman bir şekilde “var olan”dır.
Antik Felsefede Varlık Düşüncesi
a) Parmenides ve Tek Varlık Anlayışı
Parmenides, Batı felsefesinde varlık sorununu ilk kez açık biçimde ortaya koyan düşünürdür.
Ona göre:
- “Varlık vardır; yokluk yoktur.”
- Gerçek olan, değişmeyen, bölünmeyen, zamansız ve biricik olandır.
Bu anlayış, duyularla algılanan dünyanın gerçek olmadığı, çünkü değişim içerdiği yönündedir.
Parmenides’in düşüncesi, varlığın yalnızca akıl yoluyla kavranabileceğini öne sürer.
Herakleitos ve Süreklilik Anlayışı
Parmenides’in tam karşıtı olan Herakleitos, varlığı değişim içinde kavrar:
“Her şey akar.”
Varlık, sabitlik değil, oluş ve dönüşüm içinde olan bir süreçtir.
c) Platon: Varlığın İki Düzeyi
Platon, bu iki anlayışı birleştirmeye çalışır.
Ona göre:
- İdealar dünyası: Değişmeyen, gerçek varlıklar.
- Duyular dünyası: Değişen, geçici gölgeler.
Gerçek bilgi, duyularla değil; ideaların akılla kavranmasıyla elde edilir.
d) Aristoteles: Varlığın Kategorileri
Aristoteles, varlığı “birçok anlamda söylenen” bir kavram olarak tanımlar.
En temelde “bir şeyin ne olduğu” (ousia – töz) onun varlığını belirler.
Aristoteles, 10 temel varlık kategorisi ortaya koyar (töz, nicelik, nitelik, yer, zaman vb.).
Bu yaklaşım, varlık hakkında sistematik bir analiz sunan ilk büyük ontolojik modeldir.
Orta Çağ’da Varlık ve Tanrı
Orta Çağ felsefesinde varlık sorunu teolojik bir boyut kazanır.
Tanrı, mutlak varlık olarak ele alınır. Bu dönemin iki temel sorusu şunlardır:
- Tanrı varlığı zorunlu mudur?
- Evrenin varlığı Tanrı’nın varlığından mı kaynaklanır?
a) Augustinus ve İçsel Varlık
Augustinus, varlığı Tanrı’nın bilgisi ve düzeni içinde anlamaya çalışır. İnsanın içsel deneyimi, Tanrı’ya ulaşmanın bir yoludur. Bu içsel varlık, Platon’un idealar anlayışıyla paralellik taşır.
b) Aquinolu Thomas: Varlık ve Töz Ayrımı
Thomas, Aristoteles’in düşüncelerini Hristiyanlıkla bağdaştırarak varlık ve öz arasında ayrım yapar:
- Bir şeyin “ne olduğu” özü,
- “Olması” ise varlığıdır.
Sadece Tanrı’da öz ile varlık aynıdır; yaratılmış varlıklarda bu ikisi ayrıdır.
Modern Dönemde Varlık Sorununun Gölgeleşmesi
- ve 18. yüzyılda, Descartes ile başlayan modern felsefe, ontolojik soruları geri plana iter.
Varlığın yerini bilgi (epistemoloji), öznenin merkezi konumu alır.
a) Descartes: Düşünceye Dayalı Varlık
Descartes’a göre varlığın en temel biçimi düşünmedir:
“Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Burada varlık, bilinçle özdeş hâle gelir. Dış dünyadaki nesnelerin varlığı ancak Tanrı’nın garantisiyle temellendirilebilir.
b) Spinoza: Tek Töz Olarak Varlık
Spinoza’ya göre sadece bir tek töz vardır: Tanrı-doğa (Deus sive Natura).
Her şey bu tek tözün bir görünümüdür.
Varlık tek ve zorunludur; her şey doğanın yasalarıyla meydana gelir.
c) Kant: Varlık Bilginin Koşulu Değildir
Kant, varlığı kategorik bir özellik olarak kabul etmez. Ona göre “var olmak” bir kavram değil, bir nesnenin gerçekliğini onaylama biçimidir.
Örneğin: “Tanrı vardır” cümlesi, Tanrı’ya bir özellik eklemez; onun var olduğunu belirtir. Bu yaklaşım, varlığın bir “yüklem” olarak kullanılmasını eleştirir.
Heidegger ve Varlık Sorununun Yeniden Doğuşu
- yüzyılda Martin Heidegger, varlık sorununu yeniden merkeze alır ve şöyle sorar:
“Varlığın anlamı nedir?”
Heidegger’e göre Batı felsefesi boyunca “var olan”a (ontik) odaklanılmış, ama “varlık”ın (ontolojik) kendisi göz ardı edilmiştir.
a) Dasein ve Varoluş
Heidegger, insanı “dünyada-varolan” (Dasein) olarak tanımlar.
Dasein, varlığı sorgulayabilen tek varlıktır. Bu nedenle varlık sorusu, ancak insanın kendini anlamasıyla mümkündür.
b) Varlığın Zamanla İlişkisi
Heidegger için varlık, sabit bir yapı değil; zaman içinde açımlanan bir süreçtir.
Bu düşünce, varlığı dinamik, tarihsel ve anlamla dolu bir yapı olarak ele alır.
Çağdaş Ontoloji Tartışmaları
Günümüzde ontoloji, metafiziğin yeniden canlanan bir alanıdır. Analitik ve kıta felsefesinde farklı şekillerde ele alınır.
a) Analitik Ontoloji
- Hangi varlıklar gerçekten vardır?
- Sayılar, kavramlar, mümkün dünyalar gibi soyut varlıklar “gerçek” midir?
- Ontolojik yükümlülükler nasıl belirlenir?
Willard Van Orman Quine, “Varlığa ontolojik bağlılık” sorusunu gündeme getirerek, hangi varlıkların varsayıldığını çözümlemeyi önerir:
“Ne tür varlıkları kabul ediyoruz?”
b) Kıta Felsefesinde Ontolojik Yönelimler
Post-yapısalcı ve fenomenolojik yaklaşımlarda ontoloji, sabit bir varlık araştırması değil, varlığın anlamla ilişkisinin çözümlenmesidir.
- Jean-Luc Nancy, varlığı ilişkisel bir oluş olarak tanımlar.
- Giorgio Agamben, varlık ile yasa, istisna ve potansiyellik ilişkisi üzerinden ontolojiyi politik alana taşır.
- Karen Barad, ontolojiyi kuantum fiziğiyle harmanlayarak “ilişkisel varlık” fikrini geliştirir: hiçbir şey, başka şeylerden bağımsız var olamaz.
“Hiçlik” Sorunu
Varlık tartışmalarının karşısında daima bir başka kavram yer alır: Hiçlik.
“Hiçbir şey” nedir? Var olmayan bir şey hakkında nasıl konuşabiliriz?
- Heidegger, hiçliği varlığın anlaşılabilirliğinin ön koşulu olarak görür.
- Sartre’a göre hiçlik, özgürlüğün kaynağıdır: insan, kendisini yeniden yaratabildiği için “hiçtir”.
Bu görüşler, varlığı anlamak için yalnızca “olan”a değil, “olmayan”a da bakmamız gerektiğini ortaya koyar.
Ontoloji Neden Önemlidir?
- Her felsefi sorun, dolaylı ya da doğrudan bir ontolojik varsayım taşır:
Ahlak, bilgi, özgürlük, bilinç gibi kavramlar birer “varlık” biçimidir. - Bilimsel yaklaşımlar da ontolojik kabuller üzerine kuruludur:
Maddi gerçekliğe mi inanıyoruz, yoksa kuramsal varlıklara da yer veriyor muyuz? - Güncel teknolojik, etik ve ekolojik sorunlar, hangi varlıkları önemseyip önemsemediğimizle ilgilidir.
Bu nedenlerle ontoloji, sadece soyut bir düşünce alanı değil; dünyayla ilişki kurma biçimimizi belirleyen temel bir felsefi yönelimi temsil eder.
