Filozofun yeri, üslubun ağırlığı
Friedrich Nietzsche, Batı entelektüel geleneğinin en sarsıcı ve verimli figürlerinden biridir. Felsefi etkisi kadar edebî kudretiyle de tanınır; Almancanın en güçlü düzyazı şairlerinden ve üslup ustalarından kabul edilir. Metnin odağı, Nietzsche’nin anti-sistematik yazma biçimi; aforizmalarla işleyen yoğun, keskin üslubu; “Tanrı öldü” teşhisi ve bunun hakikat, bilim ve felsefe üzerindeki sonuçları; sürü ahlakı eleştirisi ve istisnai birey (Übermensch) tasarımı; ebedî dönüş düşüncesi; nihayet çöküş sonrasında sanata verilen kurucu rolün felsefi anlamıdır. Nietzsche burada yalnız bir düşünce sistemi değil, bir yaşama tarzı önerir: Hayatı bir sanat eserine dönüştürme çağrısı.
I. Üslup ve yöntem: Aforizma, anti-sistem, “çekiçle felsefe”
Nietzsche, Aquinas türü bir sistem kurucu değildir; sistem fikrinin bizzat kendisini, düzen taklidi yapan bir yanılsama olarak görür. Evreni kaotik kabul ettiği için, düşüncelerini çoğu kez birbiriyle gevşek bağlara sahip aforizmalar halinde yazar. Aforizma, yalnız biçim değil, hakikate gidiş tarzıdır: bir fikri en az sözcükle damıtma, okuru sarsacak yoğunlukta bir kıvılcım çıkarma çabasıdır. Nietzsche’nin kendi kendine yönelttiği iddia nettir: “Başkalarının bir kitapta yazdığını ben bir paragrafta yazarım; başkalarının bir kitapta yazamadığını ben bir paragrafta yazarım.” Bu tavır, onun “çekiçle felsefe yapmak” dediği şeyin retoriğidir: putları yoklamak, içi boş olanları çatlatmak, kabukları kırıp içerideki kuvveti açığa çıkarmak. Üslup burada süs değil, ontolojik jesttir; yazış biçimi, dünyayı kavrayış biçiminin kendisidir.
II. “Tanrı öldü”: Teşhisin mantıksal zinciri ve sarsıntının ölçeği
Nietzsche’nin “Tanrı öldü. Tanrı ölü kalacak. Ve onu biz öldürdük.” cümlesi bir propaganda değil, tarihsel-kültürel bir teşhistir. Rönesans ve Aydınlanma ile hızlanan, Newton ve özellikle Darwin’le belirginleşen bilimsel devrim, Tanrı’nın evrensel hakikat için üstlendiği garantör rolünü zayıflatmıştır. İnsan artık Tanrı’nın suretinde yaratılmış özel bir varlık değil, kör ve rastlantısal süreçlerin ürünü olarak görünür. Nietzsche’ye göre çağdaşları bu sarsıntının çapını hafife almıştır. Çünkü Tanrı’nın ölümü yalnız dinî inancın kaybı değildir; Hakikat’in ölümü demektir. Hakikatin metafizik teminatı ortadan kalkınca, bilimi ve felsefeyi taşıyan zemin de çözülür. Nietzsche bu tabloyu tek bir zincirde özetler:
Tanrı’nın ölümü → Hakikat’in ölümü → Bilim’in ve Felsefe’nin dayanaklarının erimesi.
Bu, Batı entelektüel geleneğini temelinden sarsan deprem benzeri bir olaydır. Kalan, tek bir “Büyük H” ile yazılan hakikat değil, sonsuz sayıda perspektiftir. Hakikat-merkezli kozmos tasarımı çözülür, varlığın asıl dokusunun kaos olduğu görülür.
Bu kopuş yalnız epistemik değil, varoluşsaldır: Referans noktalarının söküldüğü bir boşlukta, “ne aşağı ne yukarı, ne ileri ne geri” kalır; insanlık, yıldızlararası bir karanlıkta yönsüz düşüş yaşar. Nietzsche bu eşiği nihilizm olarak adlandırır: Anlamın çöktüğü, değerlerin kudretini kaybettiği, pusulasız bir alan.
III. Ahlakın soykütüğü: Sürü, ressentiment ve istisna birey
Nietzsche’ye göre geleneksel ahlak, çoğunluğun yani sürünün çıkarlarını evrensel değer diye sunan bir düzenektir. Efendi ahlakı ile köle ahlakı ayrımı, bu maskeleyi çözer: Efendi ahlakı, kendini olumlayan bir güç istemi taşırken; köle ahlakı, güce sahip olamayanların ressentiment (içten kin) temelli değer ters çevirmesiyle kurulur. Alçakgönüllülük, eşitlik ve merhamet, yaşamı yükselten kuvvetler değil, kuvveti törpüleyen reaktif idealler haline gelir.
Bu bağlamda Übermensch (üstinsan) figürü, sürü değerlerinin ötesine geçerek kendi değerlerini yaratan istisnai bireyin simgesidir. Nietzsche, “İyinin ve Kötünün Ötesinde” derken ahlakı alt etmekten değil, onu aşmaktan söz eder: yaratıcı eylemle yeni ölçüler koymak. Fakat burada bir tehlike daima açıktır: Ötesine geçmek isterken altına düşmek. Yani değerleri yaratma cesareti, değerlerin yıkıntısında savrulma riskini de taşır. Bu yüzden Nietzsche, hem büyüleyici hem de tehlikeli bir düşünürdür: Cesaret çağrısı, ahlaki pusulayı garanti etmez; pusula yoksa yönsüz güç, yeni türden çöküşleri çağırabilir.

Kaynak: https://commons.wikimedia.org/wiki/
File:Nietzsche3l_philolog-gesell-leipzig.jpg
IV. Sanatın kurtarıcı rolü: Yaşamın estetik onayı ve “hayatın rahibi”
Tanrı’nın ölümü sonrasında din ve felsefe geri çekildiğinde, Nietzsche’ye göre elde kalan tek büyük kuvvet sanattır. Sanat, dinin bir zamanlar üstlendiği kurtarıcı işlevi devralmalıdır. Bu, aldatıcı bir teselli değil, yaşamın estetik onayıdır: İnsan, kendi hayatını biçim verilecek malzeme olarak görür; kader değil, yapıt üretir. Bu yüzden Nietzsche’de felsefe bile sanatsıllaşır; uzun sistematik incelemeler yerine kısa, yoğun ve şiirsel aforizmalarla ilerler. Eserlerin sistematik olmayan yapısı, evrenin kaotik doğasını yansıtır.
Buradaki “yanılsama” vurgusu, pejoratif değildir. Hayat verici yanılsamalar, gerçeği örtmek için değil, yaşama biçim ve ritim kazandırmak için gereklidir. Kültürel yenilenme, dinin ve metafiziğin çekildiği alana sanatsal yaratımın yerleşmesiyle olanaklıdır. Gelecek, hayatı sanatla birleştirenlerindir; onlar, çökmüş değerlerin yerinde yeni anlam mimarileri kuracaktır.
V. Ebedî dönüş: En ağır yük olarak düşünce deneyi
Nietzsche’nin yapıcı sayılabilecek önerilerinden biri, ebedî dönüş düşüncesidir. Kozmolojik bir kanıt değil, ruhu sınayan bir düşünce deneyi gibi çalışır: “Şimdi yaşadığın hayatı, aynı ayrıntılarıyla sonsuz kez tekrar yaşayacaksın; buna ‘evet’ diyebilir misin?” Bu varsayım, her seçimi sonsuzluk baskısıyla yükler; eylemlere ciddi bir estetik-etik ağırlık kazandırır. Nietzsche’nin gücü tam da burada belirir: Dışsal bir yasa yerine öz-yaratma ve öz-onay sorumluluğunu, insanın omuzlarına koyar. Yine de ebedî dönüşün fiziksel dünyaya dair bir doğrulaması yoktur; değeri, kanıtlanabilir oluşunda değil, varoluşsal dönüştürücülüğünde yatar.
VI. Diğer filozoflarla gerilim ve akrabalık: Sokrates, Platon, Kierkegaard; Hegel ve Darwin hattı
Nietzsche, Sokrates ve Platonu bu dünyayı değersizleştirmekle suçlar: Bu dünya yerine idealar veya cennet gibi başka bir dünyayı merkeze almak, yaşamın soysuzlaştırılmasıdır. “Hristiyanlık halk için Platonculuktur; Platonculuk seçkinler için Hristiyanlıktır” şakası, iki geleneğin dünya-aleyhtarı ortak damarına işaret eder. Sokrates, eylem insanını aklın soyut talebiyle kitap kurduna çeviren büyük bir baştan çıkarıcıdır; ölçüsüz rasyonalizm, yaşamın taşkın kuvvetini dizginleyen bir fren mekanizmasına dönüşür.
Kierkegaard ile Nietzsche arasındaki akrabalık da dikkat çekicidir: İkisi de tefekkürden ziyade seçim ve eylemin ağırlığı üzerinde durur; ayrıldıkları yer Tanrıdır. Kierkegaard’ın iman sıçraması, Nietzsche’de imanın çekilişinin teşhisine ve yaratıcı eylem çağrısına dönüşür. Bu nedenle Nietzsche, dindar okuyucular için bile yüzleşilmesi gereken bir eştir: İnanç, ancak radikal dürüstlükle sınandığında kuvvetlenebilir.
Görünür bir başka damar, Hegel ile Darwinin açtığı tarihselleşme hattıdır. Hegel düşünceyi, Darwin doğayı tarihsel süreç içinde okur. Teleolojik ve sabit düzen tasavvurları yerini oluş, evrim, soy-kütük kategorilerine bırakır. Nietzsche’nin hakikat, ahlak ve kültür eleştirileri bu iklimde soykütüksel bir enerji kazanır: Değerleri oldukları yerde bulmayız; onları yaratır, dönüştürür, yeniden değerleriz.
VII. Yıkım ve kaos eşiği: Çekiçten sonra inşa
Nietzsche’nin merkezinde yıkım vardır; ama amaç, yıkımın kendisi değil, yapılabilir olanı açığa çıkarmaktır. İlk hareket, yasa koyucu görünen putların kırılmasıdır: Tanrı, mutlak Hakikat, katı ahlakî kodlar… Bu domino etkisi yürüdüğünde, geriye kaos kalır. Kaos, bir yokluk değil, biçim verilmeyi bekleyen malzemedir. Çekiçten sonra gelen soru şudur: Şimdi, neyi, nasıl kuracağız? Nietzsche’nin yanıtı, merkezi ve riskli bir kelimede toplanır: Yaratım. Yaratım, sanatla başlar; sonra hayata yayılır. Fakat yaratımın garantisi yoktur; “büyük bir şey yap” çağrısı, yanlış ellerde yanlış yönlere akabilir. Bu nedenle Nietzsche’nin düşüncesi, hem tehlike hem vaat taşır: Cesaretin tehlikesi, yaratımın vaadiyle dengelenir.
Sonuç: Yıkımdan estetik onaya—hayatı eserleştirmek
Nietzsche’nin teşhisi açıktır: Tanrı’nın ölümü, yalnız dinin değil, evrensel hakikat iddiasının ve onunla birlikte bilim-felsefe teminatının da çekilişidir. Kalan, perspektiflerin çoğulluğu ve kaostur. Bu eşiği nihilizme bırakarak geçmek mümkündür; ancak Nietzsche’nin önerdiği çıkış, sanatın kurtarıcı rolüdür. Sanat, dinin boşalttığı yere biçim verici ve canlandırıcı bir kudret olarak yerleşir; insan, kendi hayatının sanatçısı olur. Ahlakın sürü düzeneklerine kapılmadan, üstinsan idealinin yaratıcı sorumluluğuyla, ebedî dönüşün etik baskısını “evet” diyecek bir cesaretle karşılamak; işte Nietzsche’nin mirasının merkezindeki çağrı budur. Üslup, bu çağrının taşıyıcısıdır: kısa, keskin, yoğun; putları yoklayan bir çekiç sesi. Ve bütün bunların sonunda kalan, tek bir yükümlülüktür: Yaşama evet demek ve onu eserleştirmek.