Technē, Adalet ve Sorumluluk Üzerine
Giriş: Bilgeliği Gizemden Çıkarmak
Bu metin, Anadolu Aydınlanma Vakfı’nın YouTube kanalında yayımlanan “Oğuz Haşlakoğlu – Sokratik Bilgelik: Bilgi ve Erdemin Birliği” başlıklı konuşmanın deşifre edilerek tartışıldığı notlardan hareketle, Sokratesçi düşüncenin merkezindeki ana tezi—bilgi ile erdemin ayrılmaz birliği—derli toplu ve kavramsal bir çerçeve içinde ele alır. Konuşmacının savunduğu temel fikir şudur: Bilgelik mistik, ulaşılmaz ya da yalnızca belli bir seçkine ait bir kudret değildir; tersine, bilgeliğin özü herkes için erişilebilir bir birlikteliğe dayanır: Bilgi (logos) ile erdem (aretē) aynı şeyin iki yüzü olarak birlikte var olur. Bu birlik, yalnızca düşüncede değil eylemde görünür hale geldiğinde “bilgelik” adını hak eder.
Sokrates’in meşhur “bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” deyişi, bilgi yığınının bilgelik olmadığını göstermek içindir. “Bilmek”, Sokrates’te salt birikim değil, doğru eylemde yol gösteren ölçüdür. Bu nedenle Sokratesçi bilgelik, teori ile pratiğin birliği olarak belirir: Birinde söz açıldığında öteki zaten oradadır. Bu makalenin amacı, söz konusu birliği technē, adalet, siyaset sanatı ve insanın sorumluluğu eksenlerinde açmak; Platon’un Politeiasında (Devlet) yürütülen tartışmalardan örneklerle somutlaştırmaktır.
I. Sokratesçi Bilgeliğin Çerçevesi: Teori ile Pratiğin Birliği
Sokrates’e göre bilmek, eylemden soyutlanmış bir seyirlik hâl değildir. Erdem dediğimiz şey davranışta belirir; davranışın yönünü tayin eden bilgi ise ancak erdemle birlikte “doğru bilgi” adını alır. Buradaki kilit ayrım, gerçeklik ile hakikat ayrımıdır. Gerçeklik (olan, yaşanan) her zaman hakikat (doğru olan) değildir. Gücün yaygınlaştığı bir düzende “olan” şey, “doğru” olanı garanti etmez. Sokrates, bilgelik iddiasını “olan”ı meşrulaştırmaktan ayırır; doğruluğun ölçüsünü erdemde, yani eylemin adaletle irtibatında bulur.
Bu yüzden Sokrates’te bilgelik, “kendiliğinden iyi” olanı yalnız düşüncede değil, eylemde görünür kılmakla ölçülür. Bilgi, erdemle birleştiğinde iyiye kuvvet verir; erdem, bilgiyle birleştiğinde kör bir iyi niyet olmaktan çıkıp sağlam kıstasa kavuşur. Teori ile pratik arasındaki bu ayrılmaz bağ çözülürse, bilgi kuru bir tekniğe, erdem ise ölçüsüz bir iyi niyete dönüşür. Sokrates’in itirazı tam da buradadır.
II. Technē: Ustalık, Telos ve Kemal
Sokrates, bilgi–erdem birliğini sınamak için technē kavramına başvurur. Technē, modern ayrımları aşan geniş bir meydana getirme faaliyetidir: marangozluktan hekimliğe, kaptanlıktan siyaset sanatına dek, bilgi ile iş görmenin ayrılmazlığını vurgular. Bir technē’nin kemali, onu kullananın iyi ve faydalı bir iş ortaya koymasıyla sınanır. İyilik, burada “işe yararlık”la—ama kör bir faydacılıkla değil, insanın iyiliğine hizmet eden bir yararlıkla—ölçülür.
Technē’nin özünde telos (amaç/ereklilik) fikri yatar. Usta, işini “neyin uğruna” yaptığını bildiğinde, tekniğin gerektirdiği usulleri yalnızca başarı için değil, doğru olan için de uygular. “Kemal” (mükemmellik), işin kendi ölçüsünde iyi yapılmasıyla kazanılır; bu kemal yalnızca teknik ustalık değil, aynı zamanda etik bir doğrultudur. Sokrates, “iyi iş” ile “iyi eylem” arasındaki bağı technē’de açıkça gösterir: Bilgi, uygun araçlarla doğru sonuca yürürken erdem, o sonucu doğru amaçla ilişkilendirir.
III. Adaletin Ölçüsü: Politeia’da Trasymachos’a Yanıt
Bilgi–erdem birliğinin en çarpıcı sınamalarından biri, Platon’un Politeiasında (Devlet) sahneye çıkan sofist Trasymachos’un iddiasıdır: “Adalet, güçlü olanın işine gelendir.” Bu önerme, “olan”ın (geçerli olanın) “doğru” ile özdeşleştirilmesidir. Tiranlıkta tiranın, demokraside çoğunluğun işine gelen “doğru” sayılır: Böylece hakikat, güç ilişkilerine indirgenir.
Sokrates, tartışmayı kentin yönetimi anlamına gelen politeia düzlemine, yani siyaset sanatına taşır. Eğer siyaset bir technē ise, usta siyasetçinin ölçüsü tıpkı hekimin ya da kaptanın ölçüsü gibidir: Hekim gücünü hastanın iyiliğine, kaptan tayfalarının selamet ve yolculuğun güvenliğine tahsis eder. O hâlde siyasetçinin ölçüsü, güçlünün çıkarı değil, güçsüzün (ihtiyaç sahibinin) yararıdır; çünkü technē’nin doğası budur. Adalet, bu bağlamda, “güçlünün işine gelen” değil, “ihtiyaç sahibine fayda veren”dir. Böylece Sokrates, “gerçeklik” ile “hakikat” arasına net bir çizgi çeker: Geçerli olanın ölçüsü güç değil, technē’nin kendi ereğidir.
IV. Siyasetçinin İkilemi: Ücret, Menfaat ve İsteksizlik
Sokrates, ideal ilkeyi teslim ettikten sonra pratiğin ikilemine de işaret eder: Siyasetçi açık ücret alırsa “uşak”, mevkinin meyvelerini toplarsa “hırsız” denir. Gerçekten iyi olan kimse, başkasının işine yarayacak zahmetli bir görevi menfaat için üstlenmek istemez; onu ancak daha kötülerin yöneteceği tehdidi siyasete iter. Bu paradoks, siyaseti bir “servet ya da kudret” tekniğine dönüştüren zihniyete karşı Sokrates’in ihtiyatıdır. Siyaset, technē olarak kaldığı sürece halka hizmet ödevini, yani erdemi içermek zorundadır; aksi hâlde, bilgi–erdem birliği çözülür ve siyaset güç tekniğine indirgenir.
V. Logos ile Technē’nin Ortak Kökeni: Alet, Söz ve Sorumluluk
Konuşmacının işaret ettiği bir başka damar, logosun (söz, akıl, ilke) yalnızca söylem değil eylemin de ilkesini taşımasıdır. İlk taş aletlerden bu yana “nasıl yapılır?” bilgisi, yalnız işlevsel bir beceri değil, aynı zamanda davranışın ölçüsünü belirleyen bir bilinçtir. Bu yüzden “bilim teknolojiyle doğdu” deyişi, Sokratesçi duyarlık açısından şunu anlatır: İnsan, işe yararlığın çıplak başarısını değil, onun ne uğruna olduğunu kavradığında bilginin erdeme bağlandığı eşiğe varır.
Buradan mesuliyet (sorumluluk) kavramı çıkar. Bir technē ustası, ürettiği şeyin etkileriyle birlikte düşünmek zorundadır. Ustalık yalnız ortaya koymak değil, sonucu üstlenmektir. Örnek sıkça verilir: Atom bombasını inşa edenlerin “bildikleri” şey, salt bir teknik başarı değildir; bu bilgi, ereğine bağlanmadığında cehaletin biçim değiştirmiş hâline dönüşür. Sokrates’in “kötülük cehaletten gelir” saptaması, işte bu kopuşu hedef alır: Bilgi, erdeme bağlanmadıkça kendi karşıtına hizmet edebilir.
VI. Kötülük Olarak Cehalet: Bilgi Koparsa, Erdem Körleşir
Sokrates’in “kötülük cehaletten doğar” önermesi, gündelik bir ahlâk dersi değildir; bilgi–erdem birliğinin bozulması üzerine felsefî bir teşhistir. Cehalet, yalnız bilgisizlik değil, bilginin ereğini ıskalamaktır. Bu, technē’nin teknikleşmesiyle (salt araçsal başarıya indirgenmesiyle) hızlanır. “Nasıl?” sorusu “niçin?” sorusundan koparıldığında, bilgi kör bir güç kazanır; erdem ise yönünü kaybeder. Sokrates’in ısrarla technē’ye dönmesi bu yüzdendir: Ustalık, ereği düşünmeden başarı olmaz; başarının doğruluğu, ereğin doğruluğuna bağlıdır.
VII. Sınır Varlık Olarak İnsan: Kendini Bilmenin Etik Çözümü
Platoncu çerçevenin ötesinde konuşmacı, Hegel’e gönderme yaparak önemli bir eşik işaretler: “İnsanın bir hayvan olduğunu bilmesi, onu hayvan olmaktan çıkarır.” Bu paradoksal ifade, insanın sınır varlık oluşunu anlatır: İnsan ne tamamen hayvan ne de tamamen başka bir varlıktır; hayvan oluşu ile hayvan olmayışı arasındaki gerilimde yer alır. Bu sınırda “kendini bilmek”, davranışların sorumluluğunu üstlenmenin ilk hareketidir.
Sorumluluk, eyleyenin eyleminin içinde oluşunu fark etmesidir. Bir başka deyişle, “ben yaptım” değil “ben yapıyorum ve sonuçları bana aittir” bilincidir. Bu bilinç doğduğunda erdem, dışsal bir kural olmaktan çıkar; kişinin kendini belirleme kudreti hâline gelir. Böylece Sokratesçi bilgelik, yalnızca “doğru bilgi”nin değil, “doğru benlik”in imkânını da tarif eder.
VIII. Eros’un Dönüşümü: Platon’da Bilme İstenci
Platoncu sistemde erdem, arzuların bastırılmasıyla değil doğru yönlendirilmesiyle ilgilidir. Eros, bu bağlamda, salt cinsel arzu değil, bilme ve hakikat arzusuna dönüşür. İnsanın sınır varlık oluşu, onu eksiklik içinde arayışa iter; Eros bu eksikliğin yaratıcı itkisi olarak, bilginin erdeme bağlandığı yolu açar. Böylece Platon’da bilgelik, tutkuların ölümü değil terbiyesidir: Tutkular bilgiye bağlandığında erdem, eylemde istikamet kazanır.
IX. Aristoteles’te Ayrışma: Ahlâkın Teknikten Kopuşu
Sokrates’in bilgi–erdem birliği tezi, Aristoteles’te belirgin bir şekilde ayrışır. Aristoteles, phronēsis (pratik bilgelik) ile aretē (erdem) arasında bir ilişki kursa da erdemi büyük ölçüde “alışkanlık ve karakter” alanında konumlandırır; bilgi, burada doğrudan erdeme içkin değildir. Bu dönüşüm, modern çağda technē’nin yalnız teknik alana indirgenmesine zemin hazırlayan düşünsel bir hattı besler: Ahlâk, teknikten ayrılır; teknik, ereğinden bağımsızlaşır. Sokratesçi uyarının çağdaş yankısı buradadır: Eylem bilgisinin ereğinden kopması, bilginin güç tekniğine dönüşmesinin kapısını aralar.
X. Cinsiyetler, Yatkınlık ve Eşitlik: Politeia V. Kitap
Politeia’nın cinsiyetlere ilişkin tartışması, bilgi–erdem birliğinin toplumsal örgütlenmeye nasıl uyarlanacağını gösteren örnek sahalardan biridir. Sokrates, kadın ile erkeğin mesleki tabiiyet bakımından aynı doğaya sahip olabileceğini—yani aynı eğitimi aldıklarında aynı görevlere yatkın olabileceklerini—savunur. Aradaki doğal fark, kadınların doğurması, erkeklerin döllemesidir; bu farkın, yetenek ve yatkınlığın belirlenmesinde belirleyici sayılması doğaya aykırıdır.
Bu nedenle Sokrates, muhafızların (kentin koruyucuları) hem kadın hem erkekten seçilebileceğini, her ikisinin de müzik ve beden eğitimini aynı ciddiyetle görmesi gerektiğini belirtir. Burada technē mantığı çalışır: Ustalığın ölçüsü cinsiyet değil, işin gereklerine uygun eğitim ve yatkınlıktır. Siyaset sanatı bir technē ise, filozofun cinsiyeti değil bilgeliği (logos ile erdemin birliği) belirleyicidir. Böylece Sokrates, adaletin eşitlikle olan bağını kurumsal bir öneriye dönüştürür.
XI. Modern İndirgeme: Araçsal Akıl ve İnsansızlaşma
Technē’nin salt tekniğe indirgenmesi, 20. yüzyılda “araçsal akıl” eleştirisiyle görünür hâle gelir. Ama eleştirinin kökü Sokrates’in teşhisindedir: Bilgi, erdemden koptuğunda insansızlaştırıcı bir kuvvet üretir. Üretimin dolaşımı ve pazar mantığı, bilgiyi ereğe bağlayan etik ölçüyü örseler; technē, “tüccar aklı”na indirgenerek yalnız verim ve kârın teknikleriyle ölçülür. Platon’un tüccarları technē sahibi saymamasının ardında, işte bu erek–araç kopuşunun sezgisi vardır.
Bugün, yüksek teknoloji sahalarında dahi “nasıl daha hızlı/ucuz/etkili yaparız?” sorusu çoğu kez “niçin yaparız, kime hizmet eder?” sorusunu bastırır. Sokratesçi bilgelik, bu bastırmayı geri çağırır: Bilgi, erdeme bağlanmadıkça cehalet hâlini alır; zira erek körlüğü, teknik başarıyı kötülüğe elverişli bir güce dönüştürebilir.
XII. Politika, Emek ve Paylaşım: Adaletin Toplumsal Ufku
Adalet, Politeia bağlamında, yalnız yasalar düzeni değil, emek ve hayatın paylaşımının doğru örgütlenmesidir. Kent, maddi hayatı yeniden üretirken “kimin neye hakkı olduğu” sorusunu da yeniden üretir. Bu soruya technē’nin ölçüsüyle bakıldığında, her işin ehline verilmesi, her ehlinin işini ihtiyaç sahiplerinin iyiliğine göre yapması gerekir. Siyaset, bu ölçüyü kurumsallaştıran sanattır. Dolayısıyla adalet, yalnız mahkeme duvarlarında değil, meslek eğitiminin içeriğinde, üretimin düzeninde, emeğin değerlenmesinde ve toplumsal rollerin paylaşımında somutlaşır.
Bu somutluk, cinsiyet eşitliği tartışmasında görünür olduğu gibi, eğitim ve liyakat tartışmalarında da belirleyicidir: Eşit eğitim imkânına erişim, technē’nin adil dağıtımı için ön şarttır. Bilgi–erdem birliği, böylece, soyut bir erdem öğüdü olmaktan çıkıp “kurumsal adalet” talebine dönüşür.
XIII. Dil, Kavram ve Ayrım: Hakikat ile Gerçeklik
Konuşmacının dikkat çektiği kavramsal düğüm, Türkçedeki “hakikat/gerçeklik” ayrımıdır. İngilizcedeki truth/reality ayrımına tekabül eden bu iki sözcüğün karışması, güç–hakikat özdeşliğini meşrulaştırır. Sokrates’in ısrarı, “olan”ın (geçerli olanın) “olması gereken”i belirlemediğidir. Hakikat, güç tarafından dayatılan görünüş değildir; technē’nin ereğinde sınanan ölçüdür. Bu nedenle, dildeki kavram birliğini kurmak, siyasetin ahlâkî ufkunu temizler: Adalet, güçlü olanın çıkarını değil, technē’nin doğru ereğini gözetir.
XIV. Öğrenilebilir Erdem: Bilginin Dönüştürücü Kudreti
Sokratesçi çerçevede erdem öğrenilebilirdir; çünkü bilgiye içkindir. Öğrenilebilir olduğu için de erdem, yalnız davranışın dışsal disiplinine bırakılmaz; kişiyi değiştiren bir iç pratik olarak anlaşılır. Bu noktada Hegel’in hatırlattığı türden “kendini belirleme” kudreti devreye girer: İnsan, ne olduğunu bilmeye başladığında, ne olacağını da tayin edebilir. Bu tayin, erdemin kendisidir. Erdem, bu anlamda, yalnızca “yasaya uygun” davranış değil, “kendine yasa koyan” aklın pratik özgürlüğüdür.
XV. Sokratesçi Duyarlığın Bugünü: Toplumsal Sorumluluk Etiği
Bugün Sokratesçi bilgelikten öğrenilecek temel ders şudur: Bilgi, erdemden koparıldığında yönetim, üretim ve bilim alanları körleşir; erdem, bilgiden koparıldığında iyi niyet etkisizleşir. Toplumsal sorumluluk, bu ikisinin tekrar buluştuğu yerde başlar. Siyasetçinin görevi, technē’yi güç tekniği olmaktan çıkarıp adaletin hizmetkârı kılmaktır; bilim insanının görevi, bilgiyi ereğine bağlayan etik ölçüyü terk etmemektir; yurttaşın görevi ise “hakikat/gerçeklik” ayrımını dilinde ve davranışında diri tutmaktır.
Sokratesçi bilgelik, bu yüzden gündelik hayatın pratiğine dönük bir davettir: Eylemde ölçü, işte kemal, sözde hakikat. Bilgi ile erdem birleştiğinde, düşüncenin doğrusu davranışın doğrusunda görünür; technē ustalığına etiğin yönü eklendiğinde, kent kendine uygun adaleti kurabilir.
Sonuç: Birlikten Doğan Yön
Metnin başındaki soruya dönersek: Bilgeliği gizemden nasıl kurtaracağız? Sokrates’in yanıtı açıktır: Bilgiyi erdemle, teoriyi pratikle, technē’yi telosla yeniden buluşturarak. Politeia’da Trasymachos’a verilen yanıtın çağımıza düşen payı, “güçlü olan haklıdır” kolaycılığından “doğru olan güçlüdür” bilincine geçiştir. Bu geçişin dili de yolu da aynıdır: Logos’u eylemin içine, eylemi hakikatin ölçüsüne yerleştirmek. Böyle yapıldığında bilgelik gözden inmez; göz eyleme iner. Ve ancak o zaman, bilgi gerçekten bilgi, erdem de gerçekten erdem olur.
